Çözüm Süreci: Gerçekçi Bir Umut mu, Siyasi Bir Çıkmaz mı?
Geçtiğimiz hafta, mevcut siyasal dengelerin ve
siyasetçilerin eylemsizliklerinin toplumda yaygın bir ümitsizlik hissi
yarattığını ifade etmiştik. Bu karamsarlık, sadece bireysel değil, toplumsal
bir duyguya dönüşmüş durumda.
Peki, bu umutsuzluk gerçekten Cumhur İttifakı’nın yapısından
mı kaynaklanıyor? MHP ve AK Parti ittifakı, toplumu bu denli karamsarlığa iten
temel etken mi? Bu soruların cevabı karmaşık; ancak mevcut yapı ve politikaların
bu süreçteki rolü yadsınamaz.
Cumhur İttifakı, Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü koruma
hedefiyle, milliyetçi ve muhafazakâr bir tabanı konsolide etmek amacıyla
kuruldu. AK Parti, ülkenin huzur ve güvenliğini sağlamak için ciddi adımlar atmış
ve Kürt meselesine geçmişten ders çıkararak yaklaşmaya çalışmıştır. Bölge
halkının taleplerine yönelik projeler geliştirilmiş, ancak bu projelerin
topluma yeterince anlatılamaması ve bazı kesimlerin ideolojik önyargılarla
süreci sabote etme çabaları çözüm sürecini zayıflatmıştır.
Öte yandan, Cumhur İttifakı, Kürt meselesi gibi Türkiye’nin
temel sorunlarının çözümüne dair diyalog ve uzlaşı yollarını tıkayan, ideolojik
bir katılık sergilemiştir. Kürtlerin taleplerini ve beklentilerini göz ardı
eden bu yaklaşım, toplumun geniş bir kesiminde çözüm umudunu köreltmiş ve
kutuplaşmayı derinleştirmiştir.
Bu kutuplaşma ve ideolojik kapanma, toplumda çözüm umudunu
körelten en büyük etkenlerden biri olarak görülmektedir. Çözüm arayışlarının ya
ötelendiği ya da simgesel adımlarla geçiştirildiği izlenimi yaygınlaşmıştır.
Ancak bu karamsarlığın karşısında duracak bir alternatif
oluşturmak mümkündür. Öncelikle siyasetin dili değişmeli ve tüm kesimlere hitap
edecek bir diyalog zemini kurulmalıdır. Demokratik kurumların güçlendirilmesi
ve adaletin sağlanması, topluma güven aşılayacak ilk adımlar olacaktır. Ayrıca,
yerel yönetimlerin ve sivil toplumun aktif katılımıyla sorunların ortak akılla
çözülmesi ve siyasetin tabana yayılması sağlanmalıdır.
Ekonomik ve sosyal reformlar bu sürecin vazgeçilmez bir
parçasıdır. Topluma somut ve elle tutulur çözümler sunulmadıkça, ümitsizliğin
giderilmesi imkânsızdır. Özellikle gençler ve kadınlar başta olmak üzere,
dezavantajlı grupların sürece dahil edilmesi, yeni bir siyasal kültürün inşasında
kilit rol oynayacaktır.
Geçmişte yaşanan olumsuzlukları ve çözüm umudunu yeniden
yeşertebilmek için siyaset dilinin değişmesi ve Kürt sorunu konusunda tüm
kesimlerin dahil olacağı geniş tabanlı bir diyalog zemini oluşturulması
gerekmektedir. Bu zemin, geçmişte yaşanan travmaları, mağduriyetleri ve
ötekileştirici politikaları kabul eden, empati odaklı bir yaklaşıma
dayanmalıdır. Kürt siyasi hareketi ve Kürt toplumunun temsilcileriyle kurulacak
açık ve şeffaf bir diyalog, bu sorunun çözümünde önemli bir adım olabilir.
DEM ve diğer Kürt siyasi partilerinin yanı sıra, yerel
yönetimlerin, bağımsız sivil toplum örgütlerinin ve kanaat önderlerinin bu
süreçte aktif ve yapıcı bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Toplumda yerleşik
olan güven bunalımının giderilmesi, bu kesimlerin süreçte daha görünür ve aktif
hale gelmesiyle mümkün olacaktır.
DEM’in varlığı ve Kürt siyasi hareketinin yeni bir çatı
altında yeniden yapılandırılması sürecin bir parçası olabilir, ancak tek
muhatap bu değildir. Cumhurbaşkanlığı ve hükümet, bölge halkının menfaatleri
doğrultusunda hareket eden her aktörle iş birliğine açık olduğunu her fırsatta
dile getirmeli. Ayrıca, iktidar, Kürt toplumunun kültürel haklarının korunması,
bölgedeki ekonomik kalkınmanın hızlandırılması ve vatandaşların refah
seviyesinin artırılması için birçok proje geliştirmektedir.
Yeni anayasa süreci, Kürt meselesinde yapıcı adımlar
atılmasının önemli bir aracı olabilir. Hükümet, bu kapsamda atılacak adımları,
bölge halkının taleplerine uygun şekilde düzenlemeyi ve Kürtlerin siyasal,
ekonomik ve kültürel haklarını güvence altına almayı amaçlamaktadır. Bu
süreçte, yalnızca siyasi partiler değil, yerel yönetimler ve sivil toplum
kuruluşları da muhatap alınarak, toplumsal barış ve istikrar sağlanabilir.
Hükümetin “Türkiye Yüzyılı” vizyonu, tüm vatandaşları kapsayacak yapısal
reformlarla bu sorunun üstesinden gelmeyi hedeflemektedir.
Sonuç olarak, çözüm sürecinin yeniden şekillendirilmesi ve
geniş bir katılım sağlanması, toplumsal karamsarlığı dağıtmak adına kritik öneme
sahiptir. Ahmet Türk’ün işaret ettiği samimiyet testi, sürecin
sürdürülebilirliği açısından kilit bir noktada durmaktadır. Hükümet ise,
demokratik reformlarla, yerel yönetimlerle iş birliği yaparak ve sivil toplumun
desteğiyle bu süreci yönetme iradesine sahip olduğunu göstermektedir.