Çözüm için doğru soru sormak gerek
Dünya içinden geçtiği büyük türbülanstan çıkmanın yollarını
ararken etrafa hasarlar vermeye devam ediyor.
Ekonomik, siyasi ve toplumsal etkileri olan bu sürecin
yönetilmesi de bir hayli zor oluyor.
Tıpkı çayın içindeki şekerin erimesi için tek yöne doğru
karıştırdığımız çay bardağı gibi aniden ters yöne doğru karıştırmaya başlayınca
bardağın içindeki çay nasıl düzensiz ve karmaşık bir hâl alıyorsa
küreselleşmeye doğru hızla ilerleyen dünya da aniden ters yöne doğru gitmeye
başladı ve öyle bir kaos ortamı oluştu.
SSCB sonrası dünyaya hâkim olan liberal düzenin
koruyucuların 2008 ve 2011 krizleri sonrası güçleri zayıflayınca yeni güçler
ortaya çıkmaya başladı.
Çin ekonomik gücünü kullanarak birçok ülkede nüfuzunu
artırırken Rusya askeri güç ile nüfuz alanını koruma ve geliştirme yoluna
gitti.
Türkiye savunma sanayinde yakaladığı başarıyla bir ivme
yakalarken kazan-kazan politikalarıyla yeni bir model oluşturarak yeni bir güç
oluşturmaya başladı. Türkiye’nin gerek bölgesel gerekse küresel problemleri çözme
kabiliyeti askeri gücün yanında ekonomik ve teknolojik kapasitesindeki
gelişmelerle doğrudan ilişkilidir.
Türkiye’de yaşanan yüksek enflasyonun bir kısmı küresel
nedenlerle yaşanırken bazı nedenleri de iç nedenlerden kaynaklanıyor.
Uygulanan politikalarla enflasyon zamana yayılmış bir
şekilde düşüşe geçerken ekonomi de rayına oturacaktır. Enflasyonu düşürmek için
faiz artışının gerekli olduğu söylense de bugün Arjantin’i yakından
incelemelidir. Enflasyon oranı arttıkça faiz oranını artırmasına ve %75 faiz
oranı olmasına rağmen enflasyon oranı %83 seviyelerinde devam ediyor. Diğer
taraftan Türkiye’de ekim ayı itibariyle %10,50 oranında politika faizi
uygulanırken yıllık %85,51 seviyesinde bir enflasyon oranı olduğu
görülmektedir.
Bu bağlamda düşünüldüğü zaman Türkiye’de enflasyon ile
kıyaslandığında gerek politika faizi gerekse piyasada uygulanan faiz oranı çok
daha düşük kalıyor. Bu durum büyümeyi desteklerken işsizliğin azalmasına önemli
ölçüde katkı sağlıyor.
Döviz kurunda yaşanan dengelenme süreciyle birlikte döviz
kuru kaynaklı enflasyon frenlenirken enflasyona neden olan diğer etkenler de
yavaş yavaş rayına oturacaktır.
Enflasyon ekonomi için büyük bir sorun olsa da çözümü sadece faiz
artırmak değildir. Makro ihtiyati tedbirlerle birlikte düşürülmeye çalışılan
enflasyon oranı aralık ayı ile birlikte baz etkisiyle düşmeye başlayacaktır.
Ancak önemli olan yıllık enflasyon oranı değil aylık enflasyon oranlarında
düşüşün gerçekleşmesi olmalıdır.
Enerji fiyatlarındaki oynaklıklara bağlı olarak fiyat
artışları devam ederken işçi ücretlerindeki artışlar bahane edilerek fiyat
artışları kontrol altına alınmalıdır. Şirketler kâr üstüne kâr açıklarken işçi
ücretlerindeki artışlar fiyat artışları için bahane olmaktan fazlası değildir.
Yılbaşında asgari ücret artışı konusunda “yüksek bir artış” beklentisinin
oluşmasıyla fiyat artışlarını erkene alan firmalar sıkı bir şekilde
denetlenmesi gerekir. Ceza gerektiren durumlarda da cezaların caydırıcı olması
gerekir. Enflasyona bağlı olarak görece düşük kalan cezaların firmaların
kârının yanında çok cüzi kaldığı söylenebilir.
Şirketlerin kârlılığı gerek borsa da gerekse büyüme
oranlarında açıkça ortaya çıkıyor. Burada asıl problem gelir dağılımı
adaletsizliğinin yüksek olmasıdır. Yaşanan yüksek enflasyon gelir dağılımı
adaletsizliğini giderek artırırken zenginlerin daha zenginleşirken, yoksulların
da devlet yardımlarıyla hayatlarını idame ettikleri görülmektedir. Orta gelir
grubunun da giderek azaldığı günümüzde yeniden dengenin sağlanması zaman alacak
gibi görünüyor.
Bu durum elbette sadece Türkiye için değil. Dünyanın geneli
bu şekilde... Birçok ülkede yaşanan enflasyonist süreç gelir dağılımı
adaletsizliğini artırmış, küresel çapta birçok zengin servetlerine servet katmıştır.
Özellikle enerji şirketleri başta olmak üzere stratejik sektörlerde gerek
pandemi gerekse savaşın etkisiyle kâr üstüne kâr açıklamaya devam ediyorlar.
Artan fiyatlar sebebiyle alt gelir grubundan üst gelir grubuna gelir transferi
yaşanırken gelir dağılımı adaletsizliği giderek artıyor.
Sorun doğru tespit edilirse çözüm de o yönde atılacak
adımlarla daha hızlı ve kolay olacaktır. Bugün ekonomik problemlerle ilgili
sorunlar konuşulurken çözüm yanlış yerde aranıyor. Gelir dağılımı adaletsizliği
gündeme gelmesi gerekirken işletmelerin kârlılıkları görmezden gelinip
ekonominin geneli için “kötü” yorumu yapılması sorunun doğru tespit
edilemediğini gösteriyor.