ÇORUM'DA DÜNYEVİLEŞME SEMPOZYUMU
Çorum, bu hafta sonu dünyevileşme sempozyumu ile bir faaliyetin mekanı oldu. Çorum Belediyesi ve İslami İlimler Dergisi'nin birlikte düzenledikleri "Müslüman Kimliği ve Dünyevileşme" başlıklı sempozyuma başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye'nin farklı şehirlerinden ilim adamları tebliğleriyle katıldılar ve bu sorunun farklı zaviyelerini tartıştılar. Bu vesile ile başta Çorum Belediye Başkanı Muzaffer Külcü olmak üzere, İslami İlimler Dergisi genel yayın yönetmeni Prof. Dr. Mehmet Mahfuz Söylemez ile; emeği geçen Belediye Başkan Özel Kalem Müdürü Murat Erdem ve yine Basın ve Halkla İlişkiler dairesinden Salih Karslıoğlu'na; ayrıca bu sempozyumun düzenlenmesinde beraber çalıştığımız meslektaşım Doç. Dr. Hakan Olgun'a teşekkürlerimi arz ediyorum.
Dünyevileşme, içinde yaşadığımız hayatta gerçekten aktüel bir probleme tekabül ediyor. Bugün dindarlığın içeriğindeki boşalma, başörtüsündeki içerik zayıflaması, tüketim alışkanlıklarının zayıflattığı hayatta dinsel referansların zayıflaması gibi genel konularla birlikte beden üzerine odaklanma, beden memnuniyetlerinin azalması ve buna yönelik estetik ameliyatları, yağ aldırma gibi olgular dünyevileşme bağlamında yapılabilecek önemli tartışma konularındandır.
Dünya, şu anda insanın içinde bulunduğu ve ayne'l yakin hatta hakka'l yakin tecrübe edebildiği bir mekan. Dünya, insanın öldükten sonraki hayatını kazanabileceği yegane imkan. Fakat buna bir imkandan ziyade "kalıcı mekan" olarak konumlandırarak bakmak, dünya ile kurulacak ilişkilerin sağlığını bozmaktadır. Bu açıdan dünyevileşme riski aynı zamanda tüm insanlar için ve tüm tarih boyunca söz konusu edilebilecek bir fenomendir.
Ben dünyevileşme problemini bu sempozyumda daha çok Tanrı-insan ilişkilerindeki varoluşsal kırılma bağlamında açımlamaya ve içeriklendirmeye çalıştım. Bu çerçevede dünyevileşme olgusu söz konusu olunca, Tanrı-insan ilişkilerinde şu kırılmaları izlemek mümkündür. Birincisi; İnsanın, Tanrı'nın mutlak egemenliğinden pay kapmaya çalışması. Bu, özellikle yüzlerce sembolik Tanrının (putların) yapılarak, bunların Tanrı'nın bir takım sıfat ve işlevlerini temellük etmesi. Mesela; Greklerde varolan Tanrılar panteonunda her bir Tanrının (tabiat, aşk vb.) farklı işlev ve sıfatlara sahip olması. Belirtilen anlayış, bir yandan Tevhid ilkesini bozarken, insanı da aslında Tanrı'nın yerine ikame etmekte; ona tanrılıktan pay vermektedir. İkincisi; Tanrı'nın insan hayatında aktüel işlevsizliği. Deist Tanrı anlayışına denk gelen bu düşünce, Newton'ın mekanik alem tasavvurunda olduğu gibi Tanrı'yı şu anda insan ve dünya ile ilgilenmiyor varsayar. Böylece dünyanın yegane referansı hümanistik anlamda insan haline gelmektedir. Üçüncüsü; bununla bağlantılı olarak Tanrı'nın dünya hayatında referanslardan sadece biri haline gelmesidir.
Tüm bu anlayışların bir neticesi olarak dünya ile ahiret birbirinden bağımsız varlık alanı olarak anlam kazanır; dolayısıyla böyle bir ayrışmanın sonucu insan hayatının birbirine bağlı boyutları madde/mana, beden/ruh, kutsal/din-dışı da bu ayrışmaya konu olurlar ve bir tarafta hizalanırlar. "Dünya" ve "insan" ise bu bağlamda insanın yegane referansı haline gelir. Aslında Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetlerini bu çerçevede okumak mümkündür. Burada "teslimiyet" ve Tevhid"in önemli anahtar kavramlar olarak Kur'an'da altının çizildiğini belirtmeliyiz.
Batı dünyası, işte bu dualist dünya görüşünü aşamadığı için din ve dünya ya da Tanrı ve insan arasında sağlıklı ve dengeli bir ilişki kuramamaktadır. "Teslis", hem Tanrı'yı insansılaştırmış hem de insanı tanrılaşmıştır. Hz. İsa'nın (AS) dindeki konumu tam da budur. İşte tam da bu sebeple Batı dünyasının bu krizi aşacak imkanlardan yoksun olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sempozyumun, Batılılaşma sürecinde bizde derinleşen bu krizin imkanlarına işaret etmesi bakımından önemli bir dikkat çekme işlevi olmuştur.