Çok kutuplu dünya mücadelesi
Dünya’nın 2008’de yaşadığı krizi, çoğuz hatırlarsınız. Hani
ekonomiler biranda gerilemeye, iş dünyası iflasın eşiğinde dolaşıyordu. İşte o
dem özelikle de Batı’nın para basarak, bu olumsuzluğu aşmaya çabaladığını gördük.
Çin ise aynı parasal genişlemeyle, arz ve talep arttırıcı bir takım adımlar
attı batıdan farklı olarak. Akabinde de dünyadan enerji ve hammadde tedarik
etmek suretiyle, bir nevi küresel ekonomiye omuz verdi. Rusya’nın ihraç ettiği
gaz/petrol sayesinde de, ekonomi gözle görülür bir canlılık kazandı. Bir süre dünya
nefes almıştı belki ama yakalanan ivme, Batı düzleminde bir türlü üretime ve istihdama
DÖNÜŞMEDİ. Zira Çin atılan adımların orta vadede yeterli olamayacağı
düşüncesiyle, yoluna sermaye birikimi ve teknolojik yatırımlara hız vererek devam
etti. Bunun da meyvelerini fazlasıyla aldı. Tıpkı o dönem aynı yolu seçen, HİNDİSTAN
ve TAYVAN’ın arasında olduğu ülkeler gibi…
Bu durum ABD’nin üstünlüğünü kaybetmesi ve Batı’daki kaynakların,
Doğu’ya kaymasını beraberinde getirdi. Fakat ne olduysa, ondan sonra oldu. Öyle
ki Batının Rusya ile Çin’i ŞEYTANLAŞTIRMA teşebbüsleri, baş döndürücü bir seviyeye
ulaştı o zamandan itibaren. ABD’nin Savunma Strateji Belgesinde, Rusya’yı
"AKUT TEHDİT", Çin ile rekabetin de “EN KRİTİK ÖNCELİK” olarak ifade edilmesi
bu demekti kısaca. Yani Batı kafası ekonomik rekabeti siyasi, ideolojik ve askerî
bir alana çekerek, gidişatı değiştireceğine inandı anlayacağız. Lakin geldiğimiz
aşama Rusya-Ukrayna savaşının etkilerinin, bunun bir karşılığı olmayacağını
açıkça herkese gösterdi. Keza ABD’nin baskıları sonucu, Rusya’ya topyekûn
ambargo uygulamaları ve Çin ile de ilişkileri azaltma girişimlerinin, en çok KENDİLERİNİ
YARALADIĞINI kim inkâr edebilir ki?
O yüzden KÜRESEL BATI AKLININ, başka bir safhaya geçtiğini
kati surette yadsıyamayız. Bunun ise nüfus, konum ve teknolojik açıdan, bölgede
önemli bir yer tutan HİNDİSTAN’a
YAKINLAŞMAKTAN başka bir şey olmadığı şüphesiz. Zaten hedefe ulaşmalarını, büyük
ölçüde bir Batı-Hindistan işbirliğine bağlı gördükleri, birçok batılı stratejist
tarafından da dillendirilmekte. İngiltere’nin başına, Hint asıllı birinin Başbakan
olarak getirilmesini/atanmasını buna yorabilir miyiz? Elbette bunu şimdilik bilemeyiz…
Ancak tamda bu dönem Biden’in; "seçimlerde Cumhuriyetçiler Temsilciler
Meclisi ve Senatoyu geri kazanırsa, beni azledeceklerini duydum” ifadeleri ve
yerine yine Hint asıllı Kamala Harris’in geçme söylentilerini, bir tesadüf
olarak görmemek gerektir.
Özetle Amerikan/İngiliz ittifakının çok uzak olmayan bir
süre zarfında, Hindistan üzerinden Çin’e karşı SİNSİ BİR OYUNUN peşinde olduğu
muhakkak. O nedenle Cumhuriyetçilerin güçlenmesinin, bu atmosferi
değiştirmeyeceğini söylemek pek ala mümkün. Ama aynı şeyin, Rusya için geçerli
olmayacağı kuvvetle muhtemel görülüyor. Zira sandıkta güçlenen Cumhuritçilerin,
Ukrayna’ya yapılan yardımlardan rahatsızlık duymaları, bir YUMUŞAMA İHTİMALİNİ akıllara
getirmiyor da sayılmaz. Ama ne olursa olsun ABD Müesses Nizamı ve arkasındaki gücün,
ÇOK KUTUPLU BİR DÜNYA İSTEMEDİĞİ ayan beyan ortada. Peki, her şey istedikleri gibi şekillenir mi? Hiç
sanmıyorum… Çünkü çöküş yaşayan AB’de, önemli üye Hollanda’nın “Rus
yaptırımlarından ayrılacağını” ilan etmesi ve Almanya Şansölyesinin gerçekleştirdiği
Çin ziyaretinin, ABD’ye “küfür” niteliğinde olduğu kesinlikle şüphe kaldırmaz.
Tabi Kasım’da Semerkant’ta düzenlenecek, “Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesi” de
aynı perspektifte değerlendirilebilir. Kaldı ki Sn. Erdoğan’ın; "Sömürgeciliği
yeni yol ve yöntemlerle devam ettirenlerin, krizler karşısında vicdani tavır
almasını beklemiyoruz." açıklaması, bu anlamda oldukça manidar. Yoksa “Çok
kutuplu bir dünyada yeni güç merkezleri beliriyor. Bizde bunlardan biriyiz. Ortaklıklar
geliştirmeyi ve güçlü medeniyetler kurmayı hedefliyoruz”… düşüncesi, başka
nasıl ifade edilebilir ki?