Dolar (USD)
34.49
Euro (EUR)
36.22
Gram Altın
2961.78
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Aralık 2021

Çocukluğuna özürlü çoçuklar, nesiller…

Çağın çıldırmışlığına yetişkinlerle beraber maalesef çocuklarımız da maruz kalıyor. Çağa esir olmuşluğumuzu fark edemediğimiz için çocuklarımızın da esaretini göremiyor ve kendi ellerimizle çocuklarımızı tarifsiz bir kaosa, ruhsal karamsarlığa itiyoruz. Hipnotize olmuş bir nesli kendi ellerimizle büyütüyor ve bu nesilden saygı, anlayış vd. güzel hasletleri bekliyoruz.

Ailesiyle otururken kendini telefon-teknoloji-sosyal medya denilen hapishaneye-tımarhaneye tıkadığının farkında bile olmayan ebeveynlerin çocuklarına ufuk olması, neşe dolması beklenemez. Hâsılı, biz ve çocuklarımızın bugünü ve yarını ciddi bir tehdit altında, tehdit hayatla vücut bulup tehlikeye dönüşüyor. Nasıl mı?

Şuradan örneklendirmeye başlayabiliriz: Teknoloji iyi mi kötü tartışması, tartışmasız bir mantıksızlıktır. Teknoloji kötü değil, kötü kullanılıyor, daha doğrusu teknoloji bizi kullanıyor. Teknoloji bizi biz olmaktan çıkarıp, bizi yazılımsal bir canlıya dönüştürmüş. Akıl denen melekemizin yerini teknolojik-programsal-kodlanmış garip bir varlığa dönüştürmüş. Bu konu önemli. Bu konu hayati. Bu konu ivedi bir şekilde masaya yatırılması gereken bir konu. Herkes kendi otokontrolü için kendi öz muhasebesini yapmalı. Aksi takdirde değil evlerimiz, değil sokaklar, gezegenimizin geleceği korkunç bir vaziyete doğru gitmektedir.

Gezegenimizin geleceğini teslim edeceğimiz çocuklarımız bu gerçekliğin neresinde. Bu gerçekliğin göbeğinde. Çocuklarımız narkozlanmışçasına bir türe dönüşüyor. Genetiği değiştirilmiş, hormonel bozukluğa maruz kalmış, ruhsal-kalıtsal hastalıklara uğramış, fıtri melekeleri çürümüş, kangrenleşmiş hastalıkların çocuklarımıza enjekte edildiğini göremiyor muyuz. Bildiğini de, bilmediğini de bilmeyen bir çocukluğa yapılmış ne büyük bir zulümdür bu durum, bu zulmü teknoloji denilen iklim çocuklarımıza yaşatıyor.

Çocukları, çocuklarımızı, çocukluğumuzu, çocuklarımızın çocukluğunu iyice irdelemeliyiz. Elindeki tablete köle olmuş, hürriyetini sahte kahramanlara teslim etmiş bir çocuğun özgürlüğe düşkün olmasını nasıl bekleyebiliriz. Dört duvar içinde, soyut-kurgusal metabolizması kablolardan bakırdan oluşan bir devrin çocukları mana ve maneviyat mahrumu olur. Mana ve maneviyattan yoksunluktan kasıt, nezaketi yitirmişlik, kendisine ve etrafındakilere saygısını kaybetmişlik, duygusuzluk, hatta ve hatta inançsızlıkla da nitelendirebilir ve çocuklarımızın kaybını nasıl arttırdığını örneklerle uzatabilirsiniz.

İnsanın hammaddesi olan toprağı tanımıyor çocuklar. Arıların vızıltısını tanımayan, kuşların cıvıltısını kulaklarına tanıştırmamış, ineğin sağılmasını hiç görmeyen, ot kokusunu genzinde hissetmeyen, yeni sağılmış süt içmemiş, tandırdan ekmek yememiş, saklambaç, uzuneşek, birdirbir, çelik çomak, ip atlama, isim-bitki-şehir, köşe kapmaca, yağ satarım bal satarım oynamamış çocukların çocukluğundan bahsedemezsiniz. Marketlerdeki meyveli sütlerin, yoğurtların çocukların genetiğine etkisini bilmeden tüketiyor, tükettiriyoruz. Bu zehri kendi ellerimizle evlatlarımıza nasıl zerk ettiğimizi de görememenin gafletindeyiz.

Bunları bilmeyen çocukların ne kaybettiğini de ölçme imkânı bulamazsınız.

Evet, her dem ve dönem yeni gelişmelere gebedir. Çağdan kopuk yaşamanın da normal olduğunu söylemiyorum; ama fıtrata aykırı, doğaya aykırı hal, hareket ve tavırların bizi nerelere sürüklediği de ortada. Tabletler ve teknolojiyi sıfıra indirelim demek doğru değil, teknolojinin minimize edilmesinden bahsediyoruz. Bu dengeyi tutturmaktan bahsediyoruz.

Akıllı tahtaların, akıllı telefonların, akılı evlerin insanı nasıl körleştirdiği, nasıl kısırlaştırdığından bahsediyoruz. Kendi telefon numarasını bilmeyen yetişkinlerin, kendi çocuklarından zekâ dolu tecrübeler üretmesini bekliyoruz.

Tımarhaneye dönen gezegenimizi kurtarmaya herkes bir yerden, herkes kendi mevziinden başlayabilir. Daha az gazlı içecek tüketerek, teknolojinin dayattığı kanseri daha az yaşayarak, daha çok selamlaşarak, ailemizle daha çok sohbet ederek, doğaya daha çok giderek, girerek çocuklarımızın ellerinden tutup yoruluncaya kadar yürüyüşler yaparak, çocuklarımıza bol bol hikâye okuyup hayal dünyalarını zenginleştirerek evlatlarımıza, gelecek nesillere irade sahibi olacak, karakterini kendi keşfedecek zenginlikleri sunabiliriz.

Çocuklarımız köyler görsün, akrabalık bağlarını hissetsin yaşasın. Mümkünse ip atlasın. Düşüp kendini kirleteceği ortamlar sağlamalıyız çocuklara. Gökyüzüne bakmayan, geceleri yıldızların dansını izlemeyen, karanlık gecelerde doğanın aydınlığını kafalarını gömdükleri tabletlerden kaldırıp göremeyen çocukların hayatları noksandır. Hayatlarındaki doğal mucizeleri yaşamanın lezzetine varamayan çocuklar için hayat bir zindan.

Sosyal mecralardaki çıldırmışlığı yaşamaya başlayan ebeveynlerin normal olmasını beklemek, çocuklarımıza haksızlıktır. Mahremiyet denilen mukaddesatı koruyamayan bir ailenin içsel huzura ulaşmasını, çocukların da çocukluğunu yaşama özgürlüğüne kavuşmasını beklemek de acizliktir. Doz çok önemli. Dozajını aşmış, her şeyin altın vuruşunu bir an evvel yaşamak istiyor insanlık.

Fidan diksin çocuklar. Hikâyeler okusun, ailesine hikâyeler anlatsın çocuklar. Eline tablet vererek susturulan çocuklardan terbiye beklemek mümkün değildir. Çizgi filmlerle susturulan çocukların hayal kurmasını, hayallerinin peşinden koşmasını bekleyemeyiz. Teknoloji mağdurları çocukların, saadetin aile ortamının sıcaklığında olduğunu öğrenmeleri güç. Çocukluk oyunlarımızı çocuklarımızla birlikte biz de oynayalım ki kuşak farkındalığını keskin yaşamasın ve kendi ailesine yabancı olmasın diye çocuklar…

Çocukların bizi anlamadığından şikâyet diyoruz, çağın çocukları da ailelerinin onları anlamadığından çokça şikâyetçi. Bu durumun bir izahatı olmalı. Bunun ispatı işte aslına yabancı nesiller, çocukları fıtratlarından uzaklaştıran büyüklerin küçüklükleri.

Bir an evvel bu duruma şahsi olarak dur demeliyiz. Daha az sosyal medya, daha fazla sohbet. Daha az teknoloji daha çok muhabbet. Daha az sanal sayfalar, daha çok lezzet. Daha çok aile, akraba ziyareti, daha az telefon tablet. Daha çok doğa ve doğallık, daha az huzursuzluk. Denizi uzun uzun izleyelim çocuklarımızla birlikte mümkünse. Mümkünse ormanlıkları daha çok ziyaret edelim. Kafeslerdeki kuşların kuş türlerini göstererek çocuklarımıza kuşları tanıtamayız, olsa olsa çocuklarımıza hürriyeti sınırlanmış bir ilkelliği öğretebiliriz. Sonbaharın renklerini hafızasına almış bir çocuğa dünyaları vermiş sayılırsınız, dökülen yaprakların havadaki dansını salon danslarından daha çok tat verdiğini çocuklarımıza keşfettirmeliyiz. Çimlere oturarak içilen sütün, yenilen sade keklerin, yapılan esprilerin, atılan kahkahaların çocukları nasıl olgunlaştırdığını yaşayarak görmek asıl zenginliktir.

Daha az teknoloji daha az hırs demek. Daha çok tabiat, çocuklar ve yetişkinler için daha çok kanaat yani yetinmek yani mutlu olmak demektir. Sahip olduklarıyla mutlu olmayı keşfedemeyenlerin, sahip ol(a)madıklarına ulaşmakla ömür tükettiğini görmek zor bir tespit değildir. Yağmurda ıslanmayan çocukların, kartopu yapmayan çocukların kalın, içi tüylü kürklerle ısınamadığını görmek de zor değildir. Mevzuyu uzatmak kolay; lakin artık çocuklarımızdan önce kendimize çeki düzen vererek kendimizle birlikte çocuklarımızın hayatını da güzelleştirmek sadece bizim elimizde. Sadece iki saat boyunca telefonu-teknolojiyi bir kenara bıraktığınızda yaşayacağınız özgürlüğün tarifsizliğini göreceksiniz. Aile ortamının sıcaklığını, güzelliğini göstererek, çocuklarımızı zehirleyen mekânların kötülüğünü öğreterek ispatlayabiliriz.

Doğa-doğal-doğallıktan yeniden doğma imkânını çocuklarımıza sunmak büyük bir başarıdır. Bu imkânı yaşamalı, yaşatmalıyız. Aksi takdirde açık hava tımarhanesine dönen gezegenimizin bir çıldırmışı da biz oluruz veya çocuklarımız olacaktır…