Dolar (USD)
35.06
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2957.39
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Eylül 2022

Çocuklarımızın dünyası

Hiç kuşkusuz bizim dünyamızdan farklı, yapaylığın doğallığın üzerine abanarak nefessiz bıraktığı, bizim dünyamıza göre çok daha zor, çok daha ağır, çok daha çekilmez, çok daha tehlikeli ve yaşanmaz bir dünya gibi görünüyor. Daha başta, en başta teknoloji belirliyor onların hayatlarını. Gün ayarlamaları, NST’ler, rutin kontroller, görüntüleme cihazları anne karnının kendine özgü mahremiyet ve sessizliğinin ortasına kocaman bir ışık yayarak o sessizliği “çığlığa” hazırlıyor; bir anlamda zaten içine doğulacak dünyanın haberini verirken öteki anlamda o dünyanın kendine özgü zor şartlarına uyum gösterecek yeni bir fizyolojik donanım sunuyor. Adem’in içine doğduğu dünya son derece ıssız, büyüleyici, sonsuzluk barındıran, her yönüyle doğal ve işlenmeye hazır bir imkan alanı sunuyordu. Babalarımızın ve bizim dünyamız yarı yarıya işlenmiş, insan aklı ve ruhuyla buluşturulmuş nispeten kurgusal bir düzlemi işaret ediyordu. Çocuklarımızın dünyası ise bütün doğallığı alınmış, aklın egemenliğinin ötesine geçerek kullanılmaktan yorgun düşmüş, çiğnenmiş, soğurulmuş, tiftiği çıkarılmış, özünü yitirmiş, kuru posalardan ibaret, neredeyse kendi kendini kilitlemiş, insan eliyle sınırlandırılmış mekanik bir dünyadır. Babalarımız sonsuzluğa doğuyorlardı; biz sonlu bir dünyaya iniş yaptık; çocuklarımız ise sıkıştırılmış, şimdiki zamanın içine yoğunlaştırılmış, geçmiş ve geleceği yok edilerek ufukları söndürülmüş, metaller, camlar, fanuslar içinde küçültülmüş tek kişilik, tek hücrelik akvaryumlara doğuyorlar. Babalarımız mesafenin tadını yürüyerek çıkarıyorlardı, biz tren rayları üzerinde kayarak camdan dışarı bakarak eğleniyorduk. Çocuklarımız koşu bantlarından akıttıkları tere bakıp önlerindeki resmin içine dalmayı hayal ederek mutlu oluyorlar. Babalarımızın evleri cennetin hemen yanındaydı; bizim evlerimiz arafta, çocuklarımızın evleri ise her yönüyle bir cehennem atmosferinde duruyor. Dünyayı öylesine kasıp kavurduk, içimizdeki şeytani ateşi o kadar sağa sola dağıttık ki çocuklarımız bir ömür üflese o ateşi söndürmeye güçleri yetmez gibi görünüyor. Gelecekleri çalınmış çocuklar geçmişe sığınmaktan men edildiği için sadece şimdinin ağır gövdesinin altında kıvranıp duracaklar. Tevarüs temellüke dönüştürülemediği için onlara bıraktığımız tek miras bu dünyanın artık yaşanılamaz olduğu, istikbalin başka gezegenlerde aranması gerektiğidir. Kaçıyorlar, çünkü bulundukları yeri yaşanmaz kıldık.

Biz anne kucağına doğduk, onların etrafını kablolar kuşattı. Bizi köylerimiz, mahallelerimiz, akrabalarımız büyüttü; onları televizyonlar, cep telefonları, bilgisayarlar… Bize arkadaşlarımız, akranlarımız, okullarımız, öğretmenlerimiz seslendi, onların kulaklarından içeri internet girdi. Bizim aklımız zamanla açıldı, gözlerimiz ışığa, kulaklarımız sese zamanla ulaştı, onlar akıllarıyla doğdu, gözleri hep açık, kulakları hep sese ayarlı… Bizi gelenek besledi, onları Google besliyor. Biz annemizi, babamızı dinlerdik, onlar internetten talimat bekliyor. Bizim kulağımız mahalledeki çocuk seslerindeydi onların kulakları ekrandan düşecek sinyalde. Biz geçmiş ile gelecek arasında köprüydük, onlar koskoca bir denizin ortasında küçücük bir ada…

Bizden daha zeki değiller ama daha aptal da değiller. Bizden daha çalışkan değiller ama daha tembel de değiller. Bizden daha inançlı değiller ama inançsız da değiller. Bizden daha umutlu değiller ama umutlarını büsbütün yitirmiş de değiller. Belki aradaki tek fark, babalarımızın bize bıraktığını, bizim onlardan esirgememiş olmamızdır. Güneşi ozon tabakasına koca bir delik açarak, denizleri müsilajlarıyla, rüzgarları hortumları ve dereleri selleriyle bıraktık onlara. Güneş ısıtmıyor onları, yakıyor; denizlerden balık yerine pet şişeleri çıkıyor; rüzgar serinletmiyor onları, kafalarının üzerindeki evleri yıkıyor; dereler topraklarını sulamıyor onların, elektrik dağıtıyor. Değerleri paramparça ederek, iyiliği ve kötülüğü birbirine karıştırarak sunduk onlara. Tanrısal güç korkutmuyor onları, çevrimdışı kalmaktan korkuyorlar. İyilik sevindirmiyor, kötülük üzmüyor onları, iyiliği de kötülüğü de uzaktan tanıyorlar. Şimdi artık adalet deyince de gülüyorlar bir yerleriyle bize, liyakat, hak, hukuk deyince de…

Çocuklarımızın dünyası ne masalların ne hikayelerin ne de romanların dünyası. Onların dünyası çizgi filmlerin, animasyonların, hologramların dünyası… Çocuklarımızın dünyası ne Ütopya’nın ne Güneş Ülkesi’nin ne de Yeni Atlantis’in dünyası… Onların dünyası Cesur Yeni Dünya’nın, 1984’ün, Matrix’in dünyası… Çocuklarımızın dünyası ne sohbetin ne okumanın ne de yazmanın dünyası. Onların dünyası bilgisayar oyunlarının, seyirci olmanın ve kalmanın, parmak ucuyla dokunmanın dünyası… Biz hayatı bütün gövdesiyle değil parmak ucuyla devrettik onlara. Onlar da öyle bakıyorlar hayata, tutkuyla bakmak yerine küçük, etkisiz dokunuşlarla geçiştiriyorlar zamanın bütün kiplerini.

Bizim gittiğimiz yoldan gitmiyorlar çünkü onları cehennemin tam ortasına bıraktık. Bizim yazdığımız kitapları okumuyorlar çünkü o kitaplarda yazılanların tersini yaptık. Bizim sözlerimizi dinlemiyorlar çünkü yaptıklarımız söylediklerimizi inkar etti. Bize güvenmiyorlar çünkü onlara güvenin canına okuyan bir dünya bıraktık. Bizi şimdilik seviyorlar çünkü hala, biraz da olsa kanımızı taşıyorlar. Damarlarında kan yerine internet ağı dolaştığında artık bizi sevmeyi de bırakacaklar, kendi bildikleri yolda, kendi yolculuklarına çıkacaklar. Ki artık yollar ne keçi yolları gibi eğri büğrü ne asfalt yolları gibi dümdüz. Öyle bir yol ki önlerindeki hangi sapağa sapsalar önlerinde kocaman bir duvar, hangi yöne dönseler geriye dön işareti var. Babalarımızın gizemli dünyasını bilinir kılan bizler çocuklarımızın coşkulu dünyasını labirentlerle doldurduk. Ve onlar, orada, kan ter içinde çıkış yolu bulmaya çalışırken etkisiz seslerimizle şöyle yap, böyle yap diyoruz. Hangi labirent göğün sesine kulaklarını açar ki?