Çocuklarımız ve biz
Çocuğa dair çalışmalar, genellikle çocukluk yaşının son sınırını 12 veya 14 olarak belirler. Bu belirleme, çocuğun gelişim ve öğrenmesine göre yapılır. Bazı çalışmalar çocukluk ile gençlik arasına sıkışmış dönemleri de çocukluk yaşına dahil ederler. Bu ara dönemse 15’tir. Bazılarına göre bu sürenin 17 ve 18 yaşa çıktığı da görülür.
Çocuk eğitiminin her geçen gün önem kazanması, çocukluk
yaşının çevre ile kalıtım arasındaki etkileşim realitesini de ortaya koyar.
Modern çocukluk dönemi öncesinde çocukların merkezde
olmadığı ve onlara ait eğitimlerin sadece öğütlerden ibaret olduğu görülür.
Çocuğun merkeze gelmesi, her çocuğun insanlığın medeniyetini ve geleceğini
yenilemesi düşüncesi onları önemli kılar. Bu önem beraberinde çocuğu çok
boyutlu inceleme, ilgi ve beklentilerini farklı açılardan karşılama eğilimini
doğurur. Araştırmalar, pedagojik, psikolojik ve psikanalitik yaklaşımlar, edebî
ve sanatsal yönelimler çocuğu çok boyutlu incelemeyi zorunlu kılar.
21. yüzyıl çocuk eğitimi çocuklara dair gerçekleri ortaya
koymada zamanın hızına yetişemediği gibi çoklu ortamların, baş döndürücü
seviyede gelişen teknolojinin karşısında yetersiz kalır. Çocukların zihinsel
gelişim hızı her geçen gün değişkenlik gösterir. Bu da kişilik üzerinde olumlu
veya olumsuz etkiler bırakır.
Tipografik çocukluğun baskın olarak ortaya çıkışı çocuk
edebiyatını da zor durumda bırakmaktadır. Çünkü çocukların duygusal gelişimine
en çok yardımcı olan kitaptır. Fakat son dönemlere baktığımızda çocuklara dair
yazınların en temel sorununun okuma alışkanlığı kazandırma uğraşı olduğu
görülür. Yazılan birçok yazının ortak çağrışımı niçin okumuyoruz, okumayı neden sevmiyoruz? Kitap okumuyoruz, okuma
sevgisi yok oldu, okumuyoruz, okumuyoruz, okumuyoruz… Bu kaygıların bütün
toplumların ortak sorunu olmasından hareketle gelinen nokta yalın gerçekliğiyle
önce ebeveyn ve öğretmenlere okuma alışkanlığı kazandırılması ve onların
eğitilmesi hakikatini ortaya koydu.
Çevreyi çok iyi analiz etmenin yolu en temelde çocuk
psikolojisinin çocuğu tanıma, keşfetme ve kendini gerçekleştirme
temellendirmesiyle hareket ettiğine bilmekle olur. Bu ilişkilendirme çocukların
bedensel gelişimi ile ruhsal yaşantılarındaki gelişiminin çok boyutlu ortaya
konulmasını hedefler.
Çocuk psikolojisini ruhun
çocukluğunun keşfi olarak nitelemek pek de yanlış olmaz. Bedenle ruh
arasındaki gelişim orantısını ortaya koymak ve gelişimdeki farklı boyutları
belirlemek psikolojinin bir görevi olarak karşımıza çıkar.
Adler; bir çocuğun ruhsal yaşamı harika bir şeydir; bu
yaşamdan hangi parçayı ele alırsak alalım, büyüler bizi. Bir çocuğun yaşam
öyküsünün tüm sayfalarını karıştırmadan kendisiyle ilgili bir olayı
anlayabilmemiz, belki her şeyden çok önem taşır. Çocuğun her davranışı yaşam ve
kişiliğini bütünüyle açığa vurur adeta; dolayısıyla, göze görünmeyen bu arka
planı bilmeksizin bir çocuğun davranışlarını kavramak olanaksızdır der.
İnsanın her davranışının ruhun bütüncüllük boyutuyla
gerçekleştiği ve bedensel ayrımın ruhsal ayrımı gerektirmediği ortaya konulur.
Çocuğa bu açıdan bakıldığında edebiyat ile psikolojinin ortak paydada buluşma
zorunluluğu belirir.
Çevrenin bütün olumsuz etkilerini en aza indirecek bir
diğer adım da edebi çocuk eserleridir. Bu bağlamda bir edebi eser çocukları
eğitirken eğlendiren ve eğlendirirken eğiten, beden büyürken ruhunun
olgunlaşmasına yardımcı olan, güldürürken aynı zamanda düşündüren, çocuksu olan
ama çocuğu küçümsemeyen, çocukluğu unutmayan yetişkinler tarafından yazılan,
çocuğu medeniyeti yineleyen ve geçmişi geleceğe taşıyacak bir kültür taşıyıcısı
ve oluşturucusu olarak gören ve her şeyden de öte onu büyük ruhlu küçük adam olarak algılayan sözlü ve yazılı ürünler
olmalıdır.
Bütün bu tanımlamalara karşın insanların ilgi alanı ile etki alanı birbirinden farklılık gösterir. Bu alanlardaki
uzmanlaşma ortaya konulan eserlere yansır. İnsanların ilgi alanı geniş; ancak
etki alanı dardır. Birçok farklı şeylere veya alanlara insan ilgi duyabilir.
Etki ettiği alan ise yeteneklerinin gerçek boyutlarıyla ortaya çıktığı alandır.
Bilimsel çalışmalarda da bireyi yetkin kılan etki alanıdır.
Çocuğu bütün boyutlarıyla tanımada bu karışıklığa çok sık
tesadüf edilir. Bu rastlantı taklitçiliği, o da beraberinde bilgi kirliliğini
doğurur. Devrin günceli olan ve bireyleri olduğundan farklı göstermeye iten
olaylar etki alanını gölgede bırakarak ilgi alanını öne çıkarır.
Çocuğa dair ortaya konulan bilgi ve ürünlere bu
perspektiften bakmanın eserlerin niteliğini daha doğru ortaya koyacağı
kanısındayız.
Çocuk edebiyatı da disiplinler arası bir oluşum
olduğundan etki alanı genişletilerek çocuğa bütüncül bakışı gerektirir.
Çocuklar için yazılan eserlerin paydasını edebiyat, pedagoji ve psikoloji
oluşturmalıdır.
Çocukların ruh ve beden sağlığı için ortaya koyacağımız
yeni hikâyelerimiz (her türlü oluşumlar) onları eğlendirirken aynı zamanda
aldatmamalıdır. Özellikle çocuk olma hakkının kişiliklerini zedeleyecek şekilde
kötüye kullanılmaması gerekir. Çünkü gerçek hiçbir dönemde bugünden daha fazla
saptırılmamış ve sanal bir hüviyete dönüştürülmemiştir.
Nihayette çevrenin temel unsuru olan çocuk bilgiden çok
görüntünün esiri olmuş hatta bütün çevrelerin içinde yalnızlaşarak daha dışa
kapanık ve kendine yabancılaşan bir konuma doğru hızlıca yol almaktadır.
Çocuklar için yeni bir hikâye yazmanın yolu onları daha
çok yalnızlığa iten ortamdan uzaklaştırmaya bağlı gibi geliyor bize. Değerler
yozlaşmasından ahlaksal erdeme ulaştırmanın temel bileşenlerinden olan çevre de
galiba etkisiz bir noktaya doğru yol alıyor.
Çocuklar için yazacağımız yeni hikâyeler onların ruhunun
ayrıntılı bir şekilde anlaşılması, ezber bozan ve onları düştükleri yalnızlık
çukurundan çıkaracak davranışlarımızın kodlanmasıyla mümkündür galiba
vesselam...