Çocuklar ve duygular
Bireyde hüküm süren kıskançlık, kızgınlık, kaygı, intikam, güven vb. birçok duygu vardır. Sürekliliği ve etki alanının genişliği bağlamında temel duygu olarak sevgi ve korku öncelikli olanlardandır.
Sevgi, bireyi
çevresindeki insanlara, bir inanca, topluma, tabiata, vatana ve nihayet içinde
yaşadığı evrene bağlayan bir kavramdır. İnsanın yaşamı boyunca tutunması
gereken en önemli daldır. Korku ise
bireyin duygularını gizlemesini, çevresinden uzaklaşmasını sağlayan, insana el
uzatılmasını engelleyen, güven duygusunu zedeleyen hatta ortadan kaldıran bir
duygudur. Elbette bireyin hayatı tam idrak edebilmesi için bu duyguyu da
tanıması şarttır. Ama yaşamda seçimler sevgi ve korku doğrultusunda yapıldığına
korkunun değil sevginin öne çıktığı görülür.
Ergenlik dönemini konu alan çalışmalarda ergenin duygusal
gelişiminde sevgi ve korkunun, duygu, ibadet, ahlâk ve bilgi becerileri
kazanmadaki rolü tespit edilmeye çalışılır. Bütün duyguların merkezinde Allah
sevgisinin oluşumu ve vicdanın gelişiminde sevgi ve korkunun rolü araştırılır.
Korku ve sevgi kavramlarının ‘kimlik’ gelişimi bağlamında derinlemesine
çözümlemeler yapılır.
Korku ve sevgi teması veya değeri sadece psiko-sosyal
gelişim kuramı açısından değil aynı zamanda Ahlaki gelişim kuramı açısından da
değerlendirilir.
Psikanalitik yaklaşımlarla sevgisizliğin ve korkunun
sebep olduğu travmalara ve nevrozlar ise bir başka önemli noktadır.
Batının,
psikanalizi, yaklaşık olarak yüz yıldır pedagojinin ve çocuk edebiyatının
merkezine aldığı görülür. Sevgisizliğin ve korkunun çocuklarda travmalara ve
bunların yol açtığı nevrozlara neden olduğu görülür. Ursula Markham’a göre ilksel
travmalar ne olursa olsun, ister kazayla gerçekleşmiş, ister bilinçli bir
biçimde yapılmış eylemin ardından gelsin içinde kötü niyet olsun ya da olmasın,
çocuğun üzerinde etkisi hep aynıdır: Özgüvende tam bir yıkım. Bu erken
travmanın üstesinden gelmenin yollarından biri de bu yıkıma uğramış özgüvenin
yeniden inşa edilmesidir.
Bundandır ki sevgi ve korku, bireyin gelişim ve
öğrenmesini etkileyen temel duygulardır. Fiziksel ve duygusal gelişimin
merkezinde yer alan bu iki duygu kullanım şekli ve amacına göre bireyin
yaşamını ömür boyu olumlu veya olumsuz etkiler.
Sevgi ve korku, insanın tabiatındaki
eylemleri harekete geçirir ve eylemlerin yönlerini belirler. Bu, bireyin
yaşamını doğrudan etkiler. Sevgi ve korku insanı konu edinen her bilimin ilgi
alanına girer. Bu nedenle sevgi ve korkunun birçok tanım ve tasnifi ile
karşılaşılır.
İnsan bilgisi dahilinde olan her şeyin duygular
aracılığıyla elde edildiğini düşünürsek insanın ilk muhakeme yetisinin de
duygusal bir kabiliyet olduğu söylenebilir ki bu da, düşünceyi analiz etme
özelliğinin temelini oluşturur. Bizim ilk felsefe ustalarımız, ayaklarımız,
ellerimiz ve gözlerimizdir. Bu vasıtalar o kadar özeldir ki insan elinden çıkan
en değerli kitap bile onların yerine geçemez ve onların öğrettiklerini
öğretemez der Rousseau.
Bu amaçladır ki; ruh sağlığı, kişinin kendi kendisiyle ve
çevresiyle sürekli bir denge ve uyum içinde olmasıdır. Ancak bu denge ve uyum
katı veya durağan bir nitelik taşımayıp değişken ve esnek bir yapıya sahiptir.
Çocukta ruh sağlığının değerlendirilmesi ise gelişim
dönemlerinde beliren ruhsal niteliklerin ayrıntılarıyla bilinmesine bağlıdır der
Atalay Yörükoğlu. Bu ruhsal nitelikler çocuğun duygusal, zihinsel ve fiziksel
gelişiminin temelinde olan uyaranların bilinmesiyle ilerleme gösterir. Korku ve
sevgi bunların en önemlilerindendir. Çocuğun ruh sağlığının dengede olabilmesi
için bu iki kavramın ebeveynler, eğitimciler ve yazar-çizerler tarafından
etraflıca analiz edilmesi gerekir.
Sevgi ve korkunun, duygu veya heyecan mı olduğu
arasındaki farklılıkların dahi özümsenmesi gerekir. Çünkü birçok felsefeci ve
psikolog duygu ile heyecanı birbirinden ayırmak
istemişlerdir. Heyecanı, ani ve şiddetli olarak ortaya çıkan ve bütün
organizmayı etkisi altına alan bir durum; duyguyu ise heyecandan daha az
şiddetli ama uzun süreli ve organizmanın bir kısmında mevcut olan tavır olarak
nitelemişlerdir. Acı ve mutluluk veren durumların organizmada duyguyu; korku,
sevgi ve öfkenin ise heyecanı oluşturduğunu söylemişlerdir.
Bu tanımlamanın yanında heyecanları ve duyguları
sınıflandırmaya çalışmışlardır; fakat herkesin üzerinde anlaşabileceği bir
sınıflama yapılamamıştır. Heyecanların sınıflandırılmasından vazgeçen
psikologlar temel heyecanlar
sorusuyla ilgilenmeye başlamışlardır der Cüceloğlu.
Bütün bunlardan hareketle duygu ve heyecan tam olarak nedir sorusuna da değinmek isteriz. Bunlar aynı anda pek çok yönü olan olaylardır. Duygu ve
heyecanlar davranışsal olarak derin uykudan yüksek gerilime kadar değişebilen
genel uyarılmışlık halleridir. Fiziksel olarak ölçülebilen fizyolojik ve
bedensel durumlardır. Bunlar aynı zamanda bir yaşantı veya bir hisse ilişkin
farkındalık ve diğerlerince gözlenebilen davranışlarımızda sergilenen ifadedir.
Nihayet, duygu ve heyecanlar nelere erişip nelerden kaçınmaya çalışacağımızı
tayin eden yönlendirici ve güdüleyici kuvvetlerdir der Morgan.
Bir yüz yıldır psikologların ve felsefecilerin duygunun
kesin anlamı üzerinde tartıştıklarını belirten Goleman, duyguyu, bir his ve bu
hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi
hareket eğilimi anlamında tanımlar. Duygunun mekaniğinde her hissin kendine
özgü düşünce, tepki ve hatta anılar repertuarı olduğunu söyler.
Çocuklar bu duygu ve heyecan durumlarını netleştiremeden hayatlarını
yaşar veya yaşamaya çalışırlar. Duygu ile heyecan arasında bir kimlik elde
etmeye çalışan çocukların bu ikliminin en az hasarla oluşumu ebeveynlere
bağlıdır.
Bilge –sade ya da karanlık– karmaşık ebeveyn rol modelliğinde
ise karşımıza farkındalık ve iktidar oluşumu kavramı çıkar.
Farkındalık en üst düzeyde yabancılaşma kavramıyla
ilişkilidir. Duygu ve değerlere yabancılaşmayan ebeveynler çocuklarını her daim
fark eder ve ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışırlar. Duygudaşlığın yoksunluğu
ve bireyi kendi olma konumunda kabullenmeyiş anlamına da gelen yabancılaşma
farkındalığın en büyük yok ediş tutumudur.
İktidar oluşumu ise tamamen yetki ve sorumlulukları yaşa
göre paylaştırma durumu olarak algılanması gerekir ebeveynler tarafından. Yetki
verilmeden istenen sorumluluk ve sorumluluk yüklenmeden arzulanan yetki
kullanımı çocuklar için ciddi kırılma ve ruh sağlığında sarsılmalar oluşturur. Aksi, her durumda çocuk bu duygu ve heyecan
karmaşası içinde sağlam bir kimlik inşa edemez.
Heyecan üzerinde durmaya devam edeceğiz...