Dolar (USD)
35.26
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2966.83
BIST 100
9848.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Çocuklar ve duygular

Bireyde hüküm süren kıskançlık, kızgınlık, kaygı, intikam, güven vb. birçok duygu vardır. Sürekliliği ve etki alanının genişliği bağlamında temel duygu olarak sevgi ve korku öncelikli olanlardandır.

Sevgi, bireyi çevresindeki insanlara, bir inanca, topluma, tabiata, vatana ve nihayet içinde yaşadığı evrene bağlayan bir kavramdır. İnsanın yaşamı boyunca tutunması gereken en önemli daldır. Korku ise bireyin duygularını gizlemesini, çevresinden uzaklaşmasını sağlayan, insana el uzatılmasını engelleyen, güven duygusunu zedeleyen hatta ortadan kaldıran bir duygudur. Elbette bireyin hayatı tam idrak edebilmesi için bu duyguyu da tanıması şarttır. Ama yaşamda seçimler sevgi ve korku doğrultusunda yapıldığına korkunun değil sevginin öne çıktığı görülür.

Ergenlik dönemini konu alan çalışmalarda ergenin duygusal gelişiminde sevgi ve korkunun, duygu, ibadet, ahlâk ve bilgi becerileri kazanmadaki rolü tespit edilmeye çalışılır. Bütün duyguların merkezinde Allah sevgisinin oluşumu ve vicdanın gelişiminde sevgi ve korkunun rolü araştırılır. Korku ve sevgi kavramlarının ‘kimlik’ gelişimi bağlamında derinlemesine çözümlemeler yapılır.

Korku ve sevgi teması veya değeri sadece psiko-sosyal gelişim kuramı açısından değil aynı zamanda Ahlaki gelişim kuramı açısından da değerlendirilir.

Psikanalitik yaklaşımlarla sevgisizliğin ve korkunun sebep olduğu travmalara ve nevrozlar ise bir başka önemli noktadır.

Batının, psikanalizi, yaklaşık olarak yüz yıldır pedagojinin ve çocuk edebiyatının merkezine aldığı görülür. Sevgisizliğin ve korkunun çocuklarda travmalara ve bunların yol açtığı nevrozlara neden olduğu görülür. Ursula Markham’a göre ilksel travmalar ne olursa olsun, ister kazayla gerçekleşmiş, ister bilinçli bir biçimde yapılmış eylemin ardından gelsin içinde kötü niyet olsun ya da olmasın, çocuğun üzerinde etkisi hep aynıdır: Özgüvende tam bir yıkım. Bu erken travmanın üstesinden gelmenin yollarından biri de bu yıkıma uğramış özgüvenin yeniden inşa edilmesidir.

Bundandır ki sevgi ve korku, bireyin gelişim ve öğrenmesini etkileyen temel duygulardır. Fiziksel ve duygusal gelişimin merkezinde yer alan bu iki duygu kullanım şekli ve amacına göre bireyin yaşamını ömür boyu olumlu veya olumsuz etkiler.

Sevgi ve korku, insanın tabiatındaki eylemleri harekete geçirir ve eylemlerin yönlerini belirler. Bu, bireyin yaşamını doğrudan etkiler. Sevgi ve korku insanı konu edinen her bilimin ilgi alanına girer. Bu nedenle sevgi ve korkunun birçok tanım ve tasnifi ile karşılaşılır.

İnsan bilgisi dahilinde olan her şeyin duygular aracılığıyla elde edildiğini düşünürsek insanın ilk muhakeme yetisinin de duygusal bir kabiliyet olduğu söylenebilir ki bu da, düşünceyi analiz etme özelliğinin temelini oluşturur. Bizim ilk felsefe ustalarımız, ayaklarımız, ellerimiz ve gözlerimizdir. Bu vasıtalar o kadar özeldir ki insan elinden çıkan en değerli kitap bile onların yerine geçemez ve onların öğrettiklerini öğretemez der Rousseau.

Bu amaçladır ki; ruh sağlığı, kişinin kendi kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir denge ve uyum içinde olmasıdır. Ancak bu denge ve uyum katı veya durağan bir nitelik taşımayıp değişken ve esnek bir yapıya sahiptir.

Çocukta ruh sağlığının değerlendirilmesi ise gelişim dönemlerinde beliren ruhsal niteliklerin ayrıntılarıyla bilinmesine bağlıdır der Atalay Yörükoğlu. Bu ruhsal nitelikler çocuğun duygusal, zihinsel ve fiziksel gelişiminin temelinde olan uyaranların bilinmesiyle ilerleme gösterir. Korku ve sevgi bunların en önemlilerindendir. Çocuğun ruh sağlığının dengede olabilmesi için bu iki kavramın ebeveynler, eğitimciler ve yazar-çizerler tarafından etraflıca analiz edilmesi gerekir.

Sevgi ve korkunun, duygu veya heyecan mı olduğu arasındaki farklılıkların dahi özümsenmesi gerekir. Çünkü birçok felsefeci ve psikolog duygu ile heyecanı birbirinden ayırmak istemişlerdir. Heyecanı, ani ve şiddetli olarak ortaya çıkan ve bütün organizmayı etkisi altına alan bir durum; duyguyu ise heyecandan daha az şiddetli ama uzun süreli ve organizmanın bir kısmında mevcut olan tavır olarak nitelemişlerdir. Acı ve mutluluk veren durumların organizmada duyguyu; korku, sevgi ve öfkenin ise heyecanı oluşturduğunu söylemişlerdir.

Bu tanımlamanın yanında heyecanları ve duyguları sınıflandırmaya çalışmışlardır; fakat herkesin üzerinde anlaşabileceği bir sınıflama yapılamamıştır. Heyecanların sınıflandırılmasından vazgeçen psikologlar temel heyecanlar sorusuyla ilgilenmeye başlamışlardır der Cüceloğlu.

Bütün bunlardan hareketle duygu ve heyecan tam olarak nedir sorusuna da değinmek isteriz. Bunlar aynı anda pek çok yönü olan olaylardır. Duygu ve heyecanlar davranışsal olarak derin uykudan yüksek gerilime kadar değişebilen genel uyarılmışlık halleridir. Fiziksel olarak ölçülebilen fizyolojik ve bedensel durumlardır. Bunlar aynı zamanda bir yaşantı veya bir hisse ilişkin farkındalık ve diğerlerince gözlenebilen davranışlarımızda sergilenen ifadedir. Nihayet, duygu ve heyecanlar nelere erişip nelerden kaçınmaya çalışacağımızı tayin eden yönlendirici ve güdüleyici kuvvetlerdir der Morgan.

Bir yüz yıldır psikologların ve felsefecilerin duygunun kesin anlamı üzerinde tartıştıklarını belirten Goleman, duyguyu, bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi anlamında tanımlar. Duygunun mekaniğinde her hissin kendine özgü düşünce, tepki ve hatta anılar repertuarı olduğunu söyler.

Çocuklar bu duygu ve heyecan durumlarını netleştiremeden hayatlarını yaşar veya yaşamaya çalışırlar. Duygu ile heyecan arasında bir kimlik elde etmeye çalışan çocukların bu ikliminin en az hasarla oluşumu ebeveynlere bağlıdır.

Bilge –sade ya da karanlık– karmaşık ebeveyn rol modelliğinde ise karşımıza farkındalık ve iktidar oluşumu kavramı çıkar.

Farkındalık en üst düzeyde yabancılaşma kavramıyla ilişkilidir. Duygu ve değerlere yabancılaşmayan ebeveynler çocuklarını her daim fark eder ve ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışırlar. Duygudaşlığın yoksunluğu ve bireyi kendi olma konumunda kabullenmeyiş anlamına da gelen yabancılaşma farkındalığın en büyük yok ediş tutumudur.

İktidar oluşumu ise tamamen yetki ve sorumlulukları yaşa göre paylaştırma durumu olarak algılanması gerekir ebeveynler tarafından. Yetki verilmeden istenen sorumluluk ve sorumluluk yüklenmeden arzulanan yetki kullanımı çocuklar için ciddi kırılma ve ruh sağlığında sarsılmalar oluşturur. Aksi, her durumda çocuk bu duygu ve heyecan karmaşası içinde sağlam bir kimlik inşa edemez.

Heyecan üzerinde durmaya devam edeceğiz...