Çocuklar, Oyunlar ve Oyuncular
Kim olduklarını bilirsiniz onların. Onlar da sizin… Belki bir zamanlar aynı okulda okumuştunuz onlarla, aynı mahallenin çocukları olmuştunuz, aynı oyunun oyuncuları... Sizin gibiydiler o zaman, ufak tefek hile yapsalar da… Mızıkçılık yapıp karşı takıma geçerlerdi o zamanlar; baktılar, yenilecekler, oyundan çıkar giderlerdi burunları bir karış havada, öfkeli... Yine, şimdi olduğu gibi yenilmeyi hazmetmez, hep galip gelmek isterlerdi. Oyunun kurallarını esnetir, bozarlardı hatta ara ara. Ne pahasına olursu olsun onlar bu dünyaya kazanmak için gelenlerdi, oyunsa oyun, hayatsa hayat... Güler geçerdiniz çocukken. Hırsları hayatınızı etkilemezdi o vakitler. Mızıkçı der, geçer giderdiniz. Sizin gibi onlar da büyüdüler. Siz aynı anlayışla büyüdünüz aynı mahallede olmasanız bile; aynı yerde, aynı oyunlarla, aynı oyun anlayışıyla geldiniz bugüne; onlarsa başka mahallede, oyunculukları çok daha profesyonelce…
Dışarıdan normal, sizin gibi görünürler şimdi de. Onlar da sizi kendileri gibi düşünür... Siz onların içlerini asla, hiçbir zaman bilemeyeceksiniz. Onlar da sizin içinize giremeyecekler… Çünkü onların içini görmek için onlar gibi olmak gerekir; onların sizin gibi olması için sizin gibi olmaları... Güneşin içine girdiği buz erir, her serinliği bir ateş bitirir. Işık gelince karanlığın hükmü biter, ışık gidince karanlığın kanunları geçerlidir. Yan yana, karşı karşıya durur bu ikisi çoğu zaman ama asla birbirinin içine girmez, birbirinin içini göremez. Biri gelince ötekine yol görünür, kanun budur. Onlar sizin gibi olamaz, siz de onlar gibi değilsiniz… Siz oyunu hiç yarıda bırakmadınız ki, yenilme hissiyle karşı takıma geçmediniz ki?.. Oyun değişse de karakterler bakidir, insan büyürken mizacını da yanında getirir. Velev ki yenilesiniz; o gün de onlar gibi olmak istemezdiniz, bu gün de… Yenilmek de hayatın güzelliklerinde değil midir?
Siz var etmek için yok olmayı göze almıştınız dün, onlar var olmak için yok etmeye dünden razıydı o gün. Razı olmakla kalırlar mı hiç, yok etme elçiliğine soyunur onlar. İyinin, kalitenin, niteliğin kokusunu anında alır burunları ve yüzünü buruşturur. İçlerine yabancı bir madde girmiş gibi, ruh mideleri hazzetmez ve dışarı püskürtür bütün güzel şeyleri onların. Bu püskürtmenin kalıntıları yüzlerinin hatlarına yapışıp kaldığı için derilerinin üzerinde ince, siyaha çalan bir duman kümesi dolaşır durur.
Var etmek için değil yok etmek için gelmiş gibidirler gerçekten. Orada, bulundukları yerde, yüzlerinden bakışlarına, bakışlarından omuzlarınıza negatif enerji yayarlar. Arada bir gülümsedikleri olur belki, arada bir ışık, kendileriyle sizin aranızda… Karanlıkta, fanusun içindeki mum gibi… Işığı sadece kendi camında dolaşan, ışığı sadece kendine yönelik, ışığı sadece kendi gölgesi olan… Karanlığı aydınlatmaya yetmeyen ruhsuz ışıklar; karanlığı kendini görünür kılan; karanlığı kendine fon, başkalarına reva gören kısık, etkisiz, sevimsiz, titrek ışıklar…
Herkes bir şey için gelir bu dünyaya, bir boşluğu doldurmak, bir amaç için. Onlar kazanmak için gelmiştir, mevki için, makam için, yükselmek için gelmiştir. Asansör gibi düşünürler hayatı, bir iniş ve çıkış alanı… Ufukları bu yüzden dardır, iradeleri bu yüzden kapalı, alınları bu yüzden gölgeli, kalpleri bu yüzden alabildiğine kilitli… Ama hayatın vadileri de var? O alanı size bırakırlar. Onlarsa hep oralarda, o dar odalarda, o soğuk koridorlarda dolaşır dururlar. Güçseverdir onlar, güç de onları sever. Hep yanında bulundurur, uzaklaştıklarında ateşi çıkar, ‘yetiş kurtar beni’ der iktidarlar; gider, düşürürler ateşini, kendi ateşleriyle bastırırlar gücün ateşini, ateş ruhlar, ateşten ruhlar… Tenleri hep kızıla çalar, gözleri hep kızarıktır. Yorgunluktan derler, ama olsun. Gözlerime uyku girmiyor derler çalışmaktan ama olsun. Rüya görmüyorlar. Alıp götürüyor onları derin uykular, ancak öldüklerinde uyanacaklar.
Kendileri kötüdürler. Kötülüğün kurallarını bilirler, bihakkın uygularlar hem de. İyilikbilmezler ya, iyileri nasıl harcayacaklarını çok iyi bilirler. Doğuştan bir yetenektir onlarda niteliği katletme yöntemleri. Bunu, elbette, zaman içinde içgüdüye dönüştürecek sayısız tecrübeyle karşılaşmışlardır. Nitelikteki küçücük bir lekeyi, kusur def eden lekeyi, güzel pekiştiren gamzeyi, düzlüğe boyut ekleyen çukuru büyüttükçe büyütür; niteliği lekenin, sevabı kusurun, güzeli gamzenin, düzlüğü çukurun gerisine iterler. Böylece yer değiştirir hasletler. İyilik kötülükle, dürüstlük namertlikle, cesaret korkuyla, iyi niyet kötü niyetle yer değiştirir onların açtığı, açıp “motor” komutu verdikleri bütün oyunlarda. Bürokrasi oyunlarında, hırs oyunlarında, ihanet oyunlarında, devlet oyunlarında…
Onları günahınız kadar sevmezsiniz bütün bu yaptıklarından dolayı, onlar da sizi sevmez. Yine de karşılaşırsınız zoraki, onlar da sizinle… Bir odada, birbirinizin yüzüne bakar durursunuz yabancı. ‘Allah ıslah etsin’ dersiniz içinizden, hiçbir değerleri yoktur nezdinizde; onlar da ‘ne kadar zavallı’ der sizin için içlerinden, ‘ya öyle mi?’ derken... Bakışıp durursunuz aranızda sayısız mesafe, sayısız boşluk, sayısız can sıkıntısı… Tahammül edemez birbirine gözleriniz. Biri karanlığı görür baktığı yerde, öteki ışığı... Işığı gören, ışık kendi sanır, kendinden sanır; karanlığı gören karanlıklaşır, kötü hisseder. Sizin ışığınızla onların karanlığı, sizin günahınızla(!) onların sevabı(!) yarışabilir mi? Onların nefretleriyle sizin sevgileriniz boy ölçüşebilir mi?
Ne yapalım ki güç bir kez verilmiştir ellerine. Ne yapalım ki sessizce doğranır erdemler… Tebessümle işlerler cinayetlerini. Bütün karakterli insanların giyotin hazırlayıcısı onlardır. Karakter aşınması fabrikaları kurarlar kendilerinin patron olduğu. Kendi gibileri ustalıkla çıkarırlar tornalarından, en yakınlarından başlayarak. Kötülüğün nesilden nesle taşınmasının mutlak garantörüdürler ve her şey, ne tuhaf, bir akşamüstü, tenha bir mahallede, küçük bir tarlada, basit bir oyunla başlamıştır…
Çocuklar, oyunlar ve oyuncular… Hepsi büyüdüler. Kimi memur oldu bu hayatta, kimi bürokrat… Kimi senaryosunu yazıyor bu hayatın, kimi oyuncusu olmaya devam ediyor. Sen, sen, sen diyorlardı o zamanlar takıma oyuncu seçerken, siz, siz, siz diyorlar şimdi de... Kaptanlar da, işaret parmakları da, oyuncular da, devam ediyor hayata kaldığı yerden. Kimi gömleğini çıkarıp sürdürüyor hayatını, kimi formasını yırtıp atıyor oyundan çıkarken. Yarıda bırakıp çıktıktan sonra oyunun ne önemi var? Öteki tarafa geçtikten sonra zafer kazanmanın?.. Kaybettiğin bir oyunun kaptanı olsan ne, tayfası olsan ne?.. Karakter gittikten sonra, insandan geriye kalan ne?!..