Çocuk yapma, kariyer yap!..
Kendilerini “kariyer yapmaya” adamış insanları görüyorsunuzdur.
Evli barklı olanları, çoluğu çocuğu bir kenara itmiş ya da
en iyi ihtimalle üçüncü dördüncü plâna atmış haldedir.
Kimileri ise evlenmeyi bile düşünmez, kariyerine engel olmasın diye!..
Tamamen işin, mesleğinin, menfaatlerinin şekillendirdiği “insan ilişkileri” vardır bunlar için.
“Dostları” (!)
hep o çevredendir, “kariyer”leri
için kimlerle “dostluk” yapmaları gerekiyorsa onlarla takılırlar.
Bugün “dostum”
dediklerinden biriyle ilişkiyi sürdürmenin “kariyer” hesaplarına zarar
vereceğini gördükleri an uzaklaşırlar…
Günlerini “hesap-kitap”la
geçirirler.
Çok ince hesaplar yaparlar, her durumu “kitabına” yani “menfaatlerine”
uydurmaya çalışırlar…
Şeker verildikçe “mutluluktan
uçan” çocuklar gibidirler, kariyer hesaplarına uygun gelişmeler oldukça
zevkten dört köşe olur, işler istedikleri gibi gitmediğinde hemen şikâyet
etmeye, ağlanmaya-sızlanmaya başlarlar.
Kariyer yolculuğunda, “başarı”
olarak gördüklerine ulaştıktan kısa süre sonra ellerindekinin kıymeti
kalmaz…
Kendilerini “ispatlama”
çabaları vardır, övülmekten çok
hoşlanırlar, övgülerden başkalarının da pay almasına “menfaatlerine öylesi geliyorsa” sevinmiş gibi görünürler ama asla
sevinmezler!
Elindeki şekerlerden hiçbirin vermeye yanaşmayan, bir tanesi
alındığında ağlamaya başlayan çocuk gibi işte, “Hep bana, Rabbenâ.”
*
Hayatlarının merkezine, etrafına, her yerine “kariyer hedeflerini” koyan insanların
özgüven eksiklikleri, kompleksleri vardır esasında.
Kendileriyle barışık değillerdir.
“Ne kadar başarılı
oldukları” bilinsin, fark edilsin, altı çizilsin isterler.
Yardımları dâhi gösteriş içindir.
“İyilik yap denize
at, balık bilmezse Hâlik bilir!”
diyemezler.
Bir an için deseler bile, yaptıkları iyiliği dillendirmeden,
reklâmını yapmadan, başa kakmadan duramazlar.
*
Buraya kadar yazdıklarım, “Ne yani, işimizde başarılı olmayalım?” sorusuna yol açmaz
zannederim.
Zira sosyal medyada yazmıyoruz, “MİLAT”ta yazıyoruz.
MİLAT’ın kıymetli
okuyucuları “Amaaan, boş verin, dünya da
neymiş!” kafasında olmayacağımı çok iyi bilirler.
İnancımız, dünyaya sırt dönmemizi istemiyor.
Aksine…
Çalışmayı, helâlinden kazanmamızı teşvik ediyor.
Ticareti teşvik ediyor.
Allah rızası için İlimle, bilimle uğraşanlara cennet
yollarını açıyor.
Rabbimiz, “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki
nasibini de unutma.” buyuruyor.
(Kasas 77)
Hazret-i Peygamber (s.a.v.), “Sizin
hayırlınız, ahiret için dünyayı, dünya için de ahireti terk edenler değildir.
Sizin en hayırlınız, kâfi miktarda her ikisinden de alandır.” diyerek “denge”ye işaret ediyor.
Mesele muvazene meselesi.
Muvazeneyi kaybedersen -Allah
muhafaza- yuvarlanıp gidersin!..
*
Kariyeri hayatının merkezine yerleştiren, kariyer yapmak için çoluğunu,
çocuğunu, eşini, dostunu adeta terk eden…
Kendinden geçen…
Ahireti unutan insan, hem “dünya”da,
hem de “ahiret”te mutsuzluğa mahkûm
oluyor.
Evlâdının bebekliğini, hatta çocukluğunu pek hatırlamayan nice anne-baba vardır değil mi?
Elbette kabaca bir şeyler hatırlanır ama, bebeğin- çocuğun gün be gün
geliştiğini, değiştiğini çoğu vakit fark etmemek, fark edememek de var.
En çok desteğe ihtiyaç duydukları dönemlerde onları yalnız bırakmak da
var!..
*
Kim söylemişti hatırlamıyorum.
Birisi “İki B” kuralından
bahsetmişti.
Hayatında uyguladığı bir kural:
“Başarıyı Boşver!”
Elbette abartı.
Başarıyı boş verme ama hayatının merkezine de yerleştirme.
Günün birinde, Allah muhafaza büyük bir hastalık gelir…
Çocuğunun, torununun yanında olmak istersin de olamazsın.
Köye gitmek istersin de gidemezsin.
Aile sofrasını özlersin de, bulamazsın.
*
Denge ille de denge.
Kanatlardan biri kırıksa, olmuyor.
İşimizi gücümüzü boşlamakla ailemizi boşlamak arasında bir yer olmalı.
*
Biz niçin bazen böyle kaybediyoruz kendimizi?
Bebeklikten, çocukluktan öyle geliyoruz da ondan olmalı.
Çocuklarımızın maneviyatlarına pek de önem verdiğimiz söylenemez.
Ağırlığı, okul “başarılarına”
veriyoruz, başarıyı da “not” ile
ölçüyoruz ya da bilmem nereye giriş sınavındaki başarı sırasıyla…
At yarışı gibi…
Senin oğlan, senin kız kaçıncı geldi!..
Elimizde avucumuzda yoksa bile, bir yerlerden bulup buluşturup derslerine
takviye yaptırıyoruz.
“İyi bir yeri tutturmaları” için
hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyoruz.
Dersleri bir an olsun boşlamalarına tahammül edemiyoruz.
Namazları ise…
“E, daha küçük abisi…
Zamanla olur İnşaAllah, nasip
meselesi!..”
*
Geçmişten bugüne neler kaybettiğimize bakıyoruz…
Bir ara, enerjimizin büyük bölümünü “başörtülülerin”
de özgürce çalışma hayatına katılması mücadelesinde harcamışız.
İmam Hatiplilerin ve meslek okullarında okuyan diğer öğrencilerin
önlerindeki katsayı haksızlığının ortadan kalkması için de epeyce gayret
göstermişiz.
İyi de yapmışız…
Yapmışız da…
Acaba neleri eksik bırakmışız da, bugün başörtüsü serbest olduğu,
öğrencilerin önündeki katsayı haksızlığı ortadan kaldırıldığı halde bir şeyler
niçin düzgün gitmiyor?
İmam Hatipli, ilahiyatçı, imam, müezzin sayısı arttıkça beş vakit namaz
kılanların sayısı niçin azalıyor?
Bir vakitler aynı “dâvâ” için
mücadele ettiklerini söyleyen insanlar şimdilerde neleri paylaşamıyor?
*
Öyle bir haldeyiz ki…
Bir vakitler sadece sol-feministlerin dilinde olan “Çocuk yapma, kariyer yap!” sloganı nice dillerde…
Nice, nice!..
*
Yazar İbrahim Balcı’nın “serisi”ndeki kitapların isimleri çok
mânidar:
Camilerin çağrısı,
Ertelenen İslâmi hayat,
Ve
Kaybolan samimiyetimiz!