Çocuk ve barış
İnsanlık için hayati düzeyde önemli olan konu, çocuk ve
barış arasındaki ilişkidir. Dünyada her yıl 5 Ekim, Dünya Çocuk Günü olarak
kutlanmaktadır. 1925 yılında Cenevre’de yapılan Çocukların Refahı için Dünya
Konferansında Çocukların Korunmasına Dair Cenevre Bildirgesi kabul edilmiştir.
Konferansta dünya çocukları arasında ortak insanlık temelinde evrensel
değerlerin ve duyguların oluşturulması, erken yaşlardan itibaren çocuklara
barış değerinin öğretilmesinin barışa ve refaha dayalı bir gelecek oluşturmanın
temeli olduğu üzerinde durulmuştur. Gandhi’nin dediği gibi, “Eğer bu dünyada
gerçek barışa ulaşmak istiyorsak çocuklarla başlamak zorundayız.” Dünyaya barış
ve refahın ancak bunlara inanan çocuklarla gerçekleştirileceği kabulünden hareketle,
çocuk ve barış arasındaki ilişkinin konuşulması ve tartışılması büyük önem arz
etmektedir.
Çocuklar savaş ve şiddetle dolu bir dünyada yaşıyorlar.
Çatışmaların, savaşların ve şiddetin egemen olduğu birçok yerde en büyük kurban,
çocuklar olmaktadır. Çocuklar savaş ve şiddetin kurbanı olmanın ötesinde aynı
zamanda şiddetin ve savaşın yeni araçları olarak yetiştirilmektedirler. Savaş
ve şiddetin olduğu yerlerde çocuklara, şiddet ve savaş kahramanlık destanı
olarak anlatılmakta, yapay kurgular uğruna kendini feda etmenin en yüce erdem
olduğu öğretilmekte ve şiddetin sorunların çözümünde tek yol olduğu empoze
edilmektedir. Savaş ve şiddet pornografisiyle çocuklar zehirlenmektedir. Silah
ve şiddet yüceltilerek ölmenin ve öldürmenin en büyük mertebe olarak sunulduğu bir
ölüm kültürü oluşturulmaktadır. Oluşturulan ölüm kültürü içinde çocuklara, diğer
toplumların düşman olduğu öğretilmekte, insani farklılıkların yok edilmesi
gereken kötülükler olduğu öğretilerek çocuklar çok erken yaşlardan itibaren
nefreti, ayırımcılığı ve düşmanlığı içselleştirebilmektedirler.
Çocuğa savaş ve şiddet dayatılmasına rağmen, barışın çocuğun
en büyük düşü olduğunu Yanni Ritsos, şu dizelerinde ifade etmektedir: “Çocuğun gördüğü düştür barış/ Ananın
gördüğü düştür barış/ Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış...” Savaş,
şiddet, feda, düşman, nefret ve ayrımcılık temelinde inşa edilen ölüm kültürüne
karşı çocuklara öğretilmesi gereken iki değer vardır: Yaşam hakkı ve barış
hakkı. Çocuklar için barış, bir düş olmanın ötesinde sahip olunan bir insan
hakkıdır. Çocuklar, yaşam ve barış hakkının birbirinden ayrılmaz iki hak olduğunu
öğrenmelidirler. Barışın ve yaşamın çocuk ve insan hakkı olduğunun kavranması
için çocuklara, savaşı, şiddeti ve saldırganlığı sorgulamalarını öğretmeliyiz.
Fakir Baykurt’un dediği gibi, savaşın aptallık olduğunu çocuklar
öğrenmelidirler: “Bir düşün serin kanla,
yada sor bir uzmana/ yanıtla şu küçük soruyu rica ederim/aptallık değil de
nedir/nedir savaş?” Çocuklara insanların niçin birbiriyle savaştığı
sorusunu sormalarını ve bu soru üzerinde düşünmeyi öğretmek çok önemlidir.
Barış, insanın duygu, düşünce ve davranışlarını kapsayan
bütüncül bir kişilik halidir. Spinoza, barışın hayatın ve kişiliğin tamamı olduğunu
şöyle ifade etmektedir: “Barış, savaşın olmaması demek değildir. O, bir erdem,
bir ruh hali, iyilik severlik eğilimi, güven ve asalettir.” İnsan olmak,
barışçıl olmak demektir. Barışçıl çocuklar nasıl yetiştireceğimiz sorusu,
hepimizin önünde duran çetin bir meydan okumadır. Çocukların savaşçı, ırkçı,
cinsiyetçi, katil, mafya, militan veya kahraman adları altında şiddet ve savaş
bağımlısı olarak yetiştirme konusunda toplumların başarılı olduğunu
söyleyebiliriz. Toplumlar ve aileler, çocuklarını barışçıl olarak yetiştirme
konusunda ise çok başarısızdırlar. Şiddet ve savaşı, çocuklara destan olarak
sunan anlatılardan, katilleri kahraman olarak sunan efsanelerden artık
vazgeçmeliyiz. İnsanlık için tek destanın barış olduğunu, yaşayan ve yaşatan
kişilerin kahraman olarak nitelenmeyi hak ettiğini çocuklarımıza öğretmeliyiz.