Çocuk kitapları
Musa Dinç’in Gül ve Düşün adlı kitabındaki yakışıksız, haddi aşan ve muzır sözlerinin gündeme taşınmasının ardından toplumun geniş kesimlerinde çocuk kitaplarına yönelik yeni hassasiyetler oluştu, tartışmalar başladı. Belki dikkatli bir okuyucu duyarlı davranmayıp okuduğuyla kalsa bu konu hiç gündeme bile gelmeyecekti. Toplumdaki derinleşmiş, kökleşmiş, kabuk bağlamış pek çok öteki sorun gibi bu da daha uzun süre yüzeyin altında yürüyüşüne devam edecek, çocukları zehirleyen kötülük kanalları, vakti gelince harekete geçmek için, iç dünyanın farklı noktalarına virüslerini bırakarak ısırgan otu gibi dolaşıp duracaktı. Nesiller böyle böyle telef oluyor işte. Kaldı ki bu sadece çocuklara yönelik değil, gençler ve popüler kültüre muhatap orta yaştakiler için de toplumda sayısız muzır neşriyat var ve kimi görünür yüzüyle kimi de bilinçaltı göndermeleriyle iç dünyaları dönüştürüyor, yeni toplumun karakteristiklerine zemin hazırlıyor. Akıl baliğ olanlar, iyi ile kötüyü ayırt etme yaşına gelenler neyi okurlarsa okusunlar, o -en azından birinci derecede- bizim meselemiz değil ama doğru ile yanlışı ayırt etme melekesi gelişmemiş çocuklara dair sorumluluğumuz bu konuda önlem almayı gerektiriyor ki burada bireysel inisiyatif almak da kolektif bir irade ortaya koymak da sorumluluktan öte bir ödeve dönüşüyor.
Çocuk kitapları
meselesi Türkiye’nin en derin yaralarından biridir ve bugün toplumca karşı
karşıya geldiğimiz pek çok sorunun da varlık sebebidir. Klasik kültürden
modernleşmeye geçişte geleneksel yaşam tarzının yerini de modern yaşam tarzı
aldı. Bu elbette geniş ailenin yerini dar aile sistemine bırakması, aile içi
etkileşimin azalması, nesiller arasındaki geçişkenliğin dondurulması
sonuçlarını doğurdu. Buna bir de masaldan çocuk kitaplarına ve çizgi filme
geçiş eklenince geriden gelen nesil kendiliğinden modern çağrışımlarla bezendi
ve içine doğduğu kültüre kolayca adapte oldu. Elbette geleneğin kendine
ulaştırdığı sayısız erdemi elinin tersiyle itme pahasına. Bütün bunlara bir de
dijitalite eklenince içeriği, sunumu sayısız kötülükle dolu çizgi filmlere
rahmet okutacak ve onları bile masum gösterecek cep telefonu oyunları eklenince
artık çocuklar bizim olmakta çıktı, kullandıkları teknolojiyi üretenlerin
çocuklarına dönüştü. Sözün burasında şunu söyleyelim ki her çocuk kitabı,
çocuklara yönelik her türden üretim bir adaptasyon aracıdır. İyiye veya kötüye…
Masalların yerini çocuk hikayelerine, mahalle oyunlarının da bilgisayar
oyunlarına bırakması aynı zamanda ebeveynlerinin ellerinden kayan küçük ellerin
tuttuğu metal parçalarının esiri olması anlamına geldi. Masallar hayata
hazırlıyordu, oyunlar hayatı öğretiyordu, bilgisayar oyunları ise bağımlılık
üzerinden hayattan uzaklaştırıyor, kötülüğü öğretiyor. Böylece, dijital
dünyanın kurucu özneleri daha çocukluktan başlayarak nesillerin ruhuyla
oynuyor, gençliği sevk ve idare etme yöntemlerini oyunlar üzerinden
gerçekleştiriyorlar. Çocuklar çoktan ebeveynlerin evladı olmaktan çıktı,
parmaklarıyla daha çok dokundukları, daha sık gördükleri, daha sıkı
sarıldıkları araçların himayesine girdi. Bugün en muhafazakarından en
liberaline kadar bütün çocuklar artık ailelerine değil şu an, şu saat ilişkide
bulundukları araçlara aitler ve onlar tarafından yönetiliyorlar.
Hikaye sadece
bununla kalsa yine iyi ama değil. Sonuçta, öyle veya böyle toplumda “okumaya”
karşı bir hürmet olduğu için o alanı zehirlemenin de planları yapılıyor yine
aynı çevreler tarafından. Çocuk kitaplarının içerikleri, isterse masallardan
devşirilmiş olay örgüleri üzerinden olsun, çağa göre ayarlanıyor, içindeki
erdem vurguları kendiliğinden bozulmaya, sapmaya ve sapkınlığa dönüştürülüyor.
Bazı büyükler küçükleri zehirlerken, diğer bazı büyükler de küçüklerin
zehirlenmesini seyrediyor. Okuma gibi üzerine titrenen saygın bir eylem bile
içerik ve görsellikle kirletiliyor ve böylece oradan kodlanan bakış açıları
dijital çağın dünya görüşüne uyumlu hale getiriliyor. Bunlar yapılıyor, bunlar
dünyanın dört bir tarafında, hem de planlı biçimde gerçekleştiriliyor ve çocuklar
gün gün ailelerin ellerinden koparılıyor, robotların ellerine teslim ediliyor.
Üstelik bütün bunlar yapılırken Kültür Bakanlıkları uyuyor, Milli Eğitim
Bakanlıkları uyuyor, Aile Bakanlıkları uyuyor ve bu “küçük meseleleri”
küçüklerin küçük omuzlarına bırakarak “büyük işlerle” uğraşıyor. Çağ atlanıyor,
çağın ötesine geçiliyor, bölgesel veya
süper güç olunuyor ama çocuklar orada, bulundukları yerde, kendi küçük
dünyaların teknolojinin demir parmaklıkları arkasında dijital kölelere
dönüşüyor. Orada ihmale uğrayanların, orada unutulmuş olanların bir gün
büyüyeceği ve çok daha büyük faturalarla kapıyı çalacağı nedense bir türlü
görülmüyor, görülemiyor.
Muzırlığı öne
çıkan yazarın kovuşturmaya uğraması, tutuklanması, benzerlerinin yıldırılmaya
çalışılması, kolluk tedbirleri, cezalandırma yöntemleri sorunu çözer mi, çözmüş
mü şimdiye kadar? Hayır. Sonuçlarla uğraşanlar sonuçların gadrine uğrar.
Sebeplere bakmak lazım. Seksen milyonluk ülkede, şu kadar mazisi olan
imparatorluk bakiyesi bir devletin çocuklarına yönelik her yaş grubuna, her
sosyolojiye, her anlayış ve algılama düzeyine uygun çocuk kitaplarının sayısı
neden az? Neden ithal çocuk kitapları ezici bir çoğunlukla kitaplıklardaki
rafları dolduruyor? Neden yerli olanların yarısı muzır, yarısı sapkınlık
aşılama potansiyeli taşıyor, onda biri bile nitelikli değil? Neden Kültür
Bakanlığı kültürümüzün, Milli Eğitim Bakanlığı eğitimimizin, aile bakanlığı
sosyolojimizin gereği ola neşriyatla ilgilenmiyor, ona yönelik masalar
kurmuyor, o masalarda böylesi bir neşriyatın gereği çalışmalar yapılmıyor?
Neden İçişleri Bakanlığı dışında “çocuk bürosu” bulunan hiçbir birimimiz yok?
Nedeni belli. Büyük işlerle uğraşıyor sayın büyüklerimiz. Büyük işler varken
küçük işlere vakit kalır mı? Küçük işler, küçük insanlara bırakılıyor ve o
küçük insanlar da boylarını aşan cümlelerle çocukların boyunu aşan kitaplar
yazıyor, boyunu aşan kitapların arasında her gün, her saat çocuklarımız boğulup
gidiyor. Bırakın çocuklarımız boğulsun, büyüklerimiz nasılsa çoktan kendilerini
karşı kıyıya attı ve yeni okyanuslara açılma planları yapıyor. Bilmiyorlar ki
küçük yoksa büyük de olmaz. Bilmiyorlar ki gözle görülmeyecek ölçüde küçük
virüsler, küçük boşluklardan içeri girerek çam yarması adamları yere çalıyor.
Bilmiyorlar ki küçükler büyüyor hem de büyüklerin ihmal ettiği yanlışlarla…
Bilmiyorlar ki büyük her zaman büyük, küçük her zaman küçük değil…