Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2964.29
BIST 100
9665.41
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Eylül 2020

Çocuk kitapları

Musa Dinç’in Gül ve Düşün adlı kitabındaki yakışıksız, haddi aşan ve muzır sözlerinin gündeme taşınmasının ardından toplumun geniş kesimlerinde çocuk kitaplarına yönelik yeni hassasiyetler oluştu, tartışmalar başladı. Belki dikkatli bir okuyucu duyarlı davranmayıp okuduğuyla kalsa bu konu hiç gündeme bile gelmeyecekti. Toplumdaki derinleşmiş, kökleşmiş, kabuk bağlamış pek çok öteki sorun gibi bu da daha uzun süre yüzeyin altında yürüyüşüne devam edecek, çocukları zehirleyen kötülük kanalları, vakti gelince harekete geçmek için, iç dünyanın farklı noktalarına virüslerini bırakarak ısırgan otu gibi dolaşıp duracaktı. Nesiller böyle böyle telef oluyor işte. Kaldı ki bu sadece çocuklara yönelik değil, gençler ve popüler kültüre muhatap orta yaştakiler için de toplumda sayısız muzır neşriyat var ve kimi görünür yüzüyle kimi de bilinçaltı göndermeleriyle iç dünyaları dönüştürüyor, yeni toplumun karakteristiklerine zemin hazırlıyor. Akıl baliğ olanlar, iyi ile kötüyü ayırt etme yaşına gelenler neyi okurlarsa okusunlar, o -en azından birinci derecede- bizim meselemiz değil ama doğru ile yanlışı ayırt etme melekesi gelişmemiş çocuklara dair sorumluluğumuz bu konuda önlem almayı gerektiriyor ki burada bireysel inisiyatif almak da kolektif bir irade ortaya koymak da sorumluluktan öte bir ödeve dönüşüyor.

Çocuk kitapları meselesi Türkiye’nin en derin yaralarından biridir ve bugün toplumca karşı karşıya geldiğimiz pek çok sorunun da varlık sebebidir. Klasik kültürden modernleşmeye geçişte geleneksel yaşam tarzının yerini de modern yaşam tarzı aldı. Bu elbette geniş ailenin yerini dar aile sistemine bırakması, aile içi etkileşimin azalması, nesiller arasındaki geçişkenliğin dondurulması sonuçlarını doğurdu. Buna bir de masaldan çocuk kitaplarına ve çizgi filme geçiş eklenince geriden gelen nesil kendiliğinden modern çağrışımlarla bezendi ve içine doğduğu kültüre kolayca adapte oldu. Elbette geleneğin kendine ulaştırdığı sayısız erdemi elinin tersiyle itme pahasına. Bütün bunlara bir de dijitalite eklenince içeriği, sunumu sayısız kötülükle dolu çizgi filmlere rahmet okutacak ve onları bile masum gösterecek cep telefonu oyunları eklenince artık çocuklar bizim olmakta çıktı, kullandıkları teknolojiyi üretenlerin çocuklarına dönüştü. Sözün burasında şunu söyleyelim ki her çocuk kitabı, çocuklara yönelik her türden üretim bir adaptasyon aracıdır. İyiye veya kötüye… Masalların yerini çocuk hikayelerine, mahalle oyunlarının da bilgisayar oyunlarına bırakması aynı zamanda ebeveynlerinin ellerinden kayan küçük ellerin tuttuğu metal parçalarının esiri olması anlamına geldi. Masallar hayata hazırlıyordu, oyunlar hayatı öğretiyordu, bilgisayar oyunları ise bağımlılık üzerinden hayattan uzaklaştırıyor, kötülüğü öğretiyor. Böylece, dijital dünyanın kurucu özneleri daha çocukluktan başlayarak nesillerin ruhuyla oynuyor, gençliği sevk ve idare etme yöntemlerini oyunlar üzerinden gerçekleştiriyorlar. Çocuklar çoktan ebeveynlerin evladı olmaktan çıktı, parmaklarıyla daha çok dokundukları, daha sık gördükleri, daha sıkı sarıldıkları araçların himayesine girdi. Bugün en muhafazakarından en liberaline kadar bütün çocuklar artık ailelerine değil şu an, şu saat ilişkide bulundukları araçlara aitler ve onlar tarafından yönetiliyorlar.

Hikaye sadece bununla kalsa yine iyi ama değil. Sonuçta, öyle veya böyle toplumda “okumaya” karşı bir hürmet olduğu için o alanı zehirlemenin de planları yapılıyor yine aynı çevreler tarafından. Çocuk kitaplarının içerikleri, isterse masallardan devşirilmiş olay örgüleri üzerinden olsun, çağa göre ayarlanıyor, içindeki erdem vurguları kendiliğinden bozulmaya, sapmaya ve sapkınlığa dönüştürülüyor. Bazı büyükler küçükleri zehirlerken, diğer bazı büyükler de küçüklerin zehirlenmesini seyrediyor. Okuma gibi üzerine titrenen saygın bir eylem bile içerik ve görsellikle kirletiliyor ve böylece oradan kodlanan bakış açıları dijital çağın dünya görüşüne uyumlu hale getiriliyor. Bunlar yapılıyor, bunlar dünyanın dört bir tarafında, hem de planlı biçimde gerçekleştiriliyor ve çocuklar gün gün ailelerin ellerinden koparılıyor, robotların ellerine teslim ediliyor. Üstelik bütün bunlar yapılırken Kültür Bakanlıkları uyuyor, Milli Eğitim Bakanlıkları uyuyor, Aile Bakanlıkları uyuyor ve bu “küçük meseleleri” küçüklerin küçük omuzlarına bırakarak “büyük işlerle” uğraşıyor. Çağ atlanıyor, çağın ötesine geçiliyor, bölgesel veya süper güç olunuyor ama çocuklar orada, bulundukları yerde, kendi küçük dünyaların teknolojinin demir parmaklıkları arkasında dijital kölelere dönüşüyor. Orada ihmale uğrayanların, orada unutulmuş olanların bir gün büyüyeceği ve çok daha büyük faturalarla kapıyı çalacağı nedense bir türlü görülmüyor, görülemiyor.

Muzırlığı öne çıkan yazarın kovuşturmaya uğraması, tutuklanması, benzerlerinin yıldırılmaya çalışılması, kolluk tedbirleri, cezalandırma yöntemleri sorunu çözer mi, çözmüş mü şimdiye kadar? Hayır. Sonuçlarla uğraşanlar sonuçların gadrine uğrar. Sebeplere bakmak lazım. Seksen milyonluk ülkede, şu kadar mazisi olan imparatorluk bakiyesi bir devletin çocuklarına yönelik her yaş grubuna, her sosyolojiye, her anlayış ve algılama düzeyine uygun çocuk kitaplarının sayısı neden az? Neden ithal çocuk kitapları ezici bir çoğunlukla kitaplıklardaki rafları dolduruyor? Neden yerli olanların yarısı muzır, yarısı sapkınlık aşılama potansiyeli taşıyor, onda biri bile nitelikli değil? Neden Kültür Bakanlığı kültürümüzün, Milli Eğitim Bakanlığı eğitimimizin, aile bakanlığı sosyolojimizin gereği ola neşriyatla ilgilenmiyor, ona yönelik masalar kurmuyor, o masalarda böylesi bir neşriyatın gereği çalışmalar yapılmıyor? Neden İçişleri Bakanlığı dışında “çocuk bürosu” bulunan hiçbir birimimiz yok? Nedeni belli. Büyük işlerle uğraşıyor sayın büyüklerimiz. Büyük işler varken küçük işlere vakit kalır mı? Küçük işler, küçük insanlara bırakılıyor ve o küçük insanlar da boylarını aşan cümlelerle çocukların boyunu aşan kitaplar yazıyor, boyunu aşan kitapların arasında her gün, her saat çocuklarımız boğulup gidiyor. Bırakın çocuklarımız boğulsun, büyüklerimiz nasılsa çoktan kendilerini karşı kıyıya attı ve yeni okyanuslara açılma planları yapıyor. Bilmiyorlar ki küçük yoksa büyük de olmaz. Bilmiyorlar ki gözle görülmeyecek ölçüde küçük virüsler, küçük boşluklardan içeri girerek çam yarması adamları yere çalıyor. Bilmiyorlar ki küçükler büyüyor hem de büyüklerin ihmal ettiği yanlışlarla… Bilmiyorlar ki büyük her zaman büyük, küçük her zaman küçük değil…