Çizmeyi aşma!
İnsanların az bilip çok konuştuğu üç alan var. Her biri hassas ve derin ihtisas isteyen üç alan
“Siyaset, diyanet ve tababet.” Hemen hemen her sohbetin içinde bu üç alana girilir. Girilir ama girenlerin hemen hemen hiçbirisi bu alanlarda ihtisas sahibi değildir.
Bu alanların üçüncüsü ise tababettir, tıp konusu. Birisi başım ağrıyor dediğinde etrafındaki bizler hemen ilaç tavsiye etmeye başlarız. Birisi belim ağrıyor demeye dursun neredeyse onu oracıkta ameliyat etmeye koyuluruz. Birinin söylediği metodu diğerimiz yanlış bulur kendi metodunun daha doğru olduğunu iddia ederiz. Hiçbir tıp bilgimiz yoktur ama uzman doktorlardan daha da uzman gibi reçete yazar ve tavsiyelerde bulunuruz. Bütün doktorları bir kalemde siler, asırlardır gelişen tıp birikimini yok sayarız. İşimize, kimliğimize, bilgimize, becerimize, ihtisas alanımıza bakmadan sağlıkla ilgili bir konu açılmaya görsün hemen doktor olur muayeneye başlar, adını bilmeyiz ama renk renk, çeşit çeşit ilaç tavsiye ederiz.
19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris’te bir resim sergisi açmıştı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş
-Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.
-Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.
-Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?
-Ben kunduracıyım, çizme dikerim. Deyince ressam hemen tuvalini ve
boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten
daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine
tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de
hatalar olduğunu belirtince ressam terziliğinin olup olmadığını sorar.
Terziliğinin olmadığını söyleyen bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam:
-Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeyi aşma!