Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.22
Gram Altın
2964.50
BIST 100
9648.87
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Temmuz 2022

Çırak lâzım!

Geçen hafta mobilya sektöründen arkadaşlarla konuştuk.

Düğün sezonunda olmamıza rağmen satışların yetersizliğinden, sattıkları malı yerine koyamamaktan filan şikâyetçi oldular.

Bir de “işe yarar eleman” bulamamaktan.

Biri “Abi yaz” dedi;

“Herkes ille de üniversiteye gidecek. Herkes ille de dört yıllık bir bölüm bitirecek. Piyasada milyonlarca üniversite mezunu var. Mühendis birikti, her yer mühendis. Bu çocuklara da yazık, mühendisler ama mühendis yerine konulmuyorlar. Bir yere yüz ara eleman lâzımsa, üç mühendis lâzım. Şimdi, ‘işini iyi yapan ara eleman’ sıkıntısı var, her yer mühendis dolu, herkes üniversite mezunu.

İş de, para da beğenmiyor hâliyle üniversite mezunu genç.

E tabi, onca yıl okumuş, dirsek çürütmüş, ailesine masraf ettirmiş.

Hayaller kurmuş.

Tutup asgari ücrete çalışacak değil ya?”

Bir başkası…

“Asgari ücret de veremem usta!” diye araya girdi:

“Asgari ücret arttı da arttı. Şimdi, ben üniversite mezunu da olsa, hiçbir işime yaramayacak kişiye niçin asgari ücret vereyim? Bir asgari ücretlinin bana maliyeti ne kadar? Üniversite mezunu mesleksiz genç, asgari ücretle çalışmak istememekte haklı ama ben de onu işe almamakta haklıyım!”

*

Esnaf arkadaşımız hararetle konuşurken sözünü kestim…

“O yaştan sonra asgari ücretle çalışmak istese ve iş bulsa bile meslek öğrenebilir mi?” diye sordum.

“Çok zor” dedi, “O yaştan sonra ne söylesen gücüne gidiyor gencin. Ne yapsın, memuriyete kapak atmaya çalışıyor, bunu beceremezse bunalıma giriyor. Bu işlere temelden eğilmek lâzım abi, mesela meslek eğitimi niçin ortaokula indirilmiyor? 12 yıl mecburi eğitim, ardından yıllarca üniversite… Gençlerin neredeyse tamamı buralarda. Üniversitelerin çoğu hayattan uzak… Hayat da üniversitelere uzak! Mesleki eğitim merkezleri var, onlara da baktık. İyi ama yetersiz. Piyasanın yetişmiş ara elemana ihtiyacı çok fazla.”

*

Bunları hep konuşuyoruz.

Sitelerde, Ostim’de…

“Eleman” ihtiyacı olan her yerde, mesleğini iyi yapanlara iyi sayılabilecek maaşlar teklif ediliyor, asgari ücretin birkaç katı mesela…

Sadece büyükşehirlerde değil, bizim Kastamonu’nun küçük ilçelerinde bile, kolunda altın bilezik olan işini rahatlıkla yürütebiliyor.

Mesela…

Bizim nahiyede “sıhhi tesisat” işiyle uğraşan birkaç kişi var.

Bunlardan biri çok iyi usta olarak biliniyor.

Evinizde “su arızası” çıktığında, bu ustayı çağırmak isterseniz, işiniz zor.

“İlle de o usta gelsin!” diyenler araya adam sokuyorlar, o derece yani.

Bizim de birkaç kere işimiz düştü, “Abi Vallahi çok yoğunum, yoksa ayıp ettin!” dedi kardeşimiz.

İki gün bekledik, öyle gelebildi -ki kendileri uzaktan da olsa akrabamız olur-.

Aynı yerde bir de “elektrikçi” akrabamız var.

O da çok yoğun.

Üzerinde Allah’ın izniyle emeğimiz vardır.

Uzun yıllar evvel, köyden İstanbul’a gelmişti.

Bir tanıdık bulduk, “çırak” olarak elektrikçilik işine başlamasına vesile olduk.

Azimli çıktı, bir sene içinde inşaatlara elektrik tesisatı döşeme işinde epeyce mesafe kat etti.

İki senede çok iyi usta oldu.

Babasına, üç katlı evi bitirebilmesi için her ay para gönderdi.

Birkaç yıl geçti.

Hatırı sayılır teklifler aldı.

Hatta, Babası “Yeter artık, elektrikçilik işini gel de bizim buralarda yap!” dediğinde, bu gence ihtiyaç duyan müteahhit üşenmedi, 500 kilometre mesafedeki köye gitti.

Genç Elektrik Ustası’nın Babası’ndan, “Yanımda çalışmasına müsaade edin lütfen!” diye izin istedi.

O genç şimdilerde, 40 küsur yaşlarında.

Genç yaşta evlenebilme imkânını buldu şükür.

Güzel bir ailesi ve bugünkü şartlarda “orta üstü” denilebilecek kadar bir serveti var.

İşsizlik diye bir derdi yok, çalışıp gidiyor işte.

Alın teriyle rızkını çıkartıyor Allah’ın izniyle.

Kimseye “yalakalık” yapmıyor, kimseden azar işitmiyor, kafası rahat…

Her gittiği yerde de itibar görüyor.

*

Eskiden, okumaya azimli genç, üniversiteye devam eder, mezun olduktan hemen sonra da iyi bir işte çalışmaya başlardı.

Üniversite diplomasının kıymeti çoktu.

Okula devam etmek istemeyen genç de kısa yoldan hayata atılır, önce “çırak”, sonra “kalfa”, sonra da “usta” olurdu.

İyi ustanın iyi geliri olurdu.

Rahmetli Babam, mobilya sektöründeydi.

O zamanki “kalfaların” öğretmen maaşı aldıklarını hatırlarım.

İyi ustalar, öğretmen maaşının iki, hatta üç katını alırlardı.

İş yerlerinde havaları vardı, çıraklar-kalfalar onlara büyük saygı duyardı.

Patronların gözlerinde de itibarları çoktu.

Sonra…

Bir şeyler koptu.

Mahalle, sokak, aile bitme noktasına geldi.

Küçük esnaf da öyle…

Berberler, “Artık çırak gelmiyor, iyi berber de pek yetişmiyor” demeye başladı.

Sonrasında, iş arayanların işsizlikten, işverenlerin ise elemansızlıktan şikâyetçi olduklarını gördük.

Sonra sonra…

Üniversitelerimizin sayısı arttı, “Devrekâni”ye bile üniversite yapıldı.

Her yere üniversiteli gençler doldu.

Esnafların hoşuna gitti bu durum; yeni müşteri, hazır paralı müşteri.

Her yerde kafeteryalar açıldı, spor salonları açıldı…

Evler kiralandı, ev kiraları arttı.

Memleketin her yanına yerleşen üniversitelilerin getirdikleri “hazır” paralar yüzünden satılık ev bedelleri arttı.

Hemen her genç üniversiteli olabiliyordu artık…

Sonra sonra…

Piyasalarda “İş arayan çok ama iş yapacak adam yok!” şikâyetleri arttı.

İnşaat mühendisleri, babalara “Aman çocuğunu sakın inşaat mühendisliğine gönderme, işsiz kalır ya da çırak maaşlarına çalışmaya mecbur olur!” demeye başladı.

Avukatlar, avukat sayısındaki, başka mesleklerin mensupları kendi alanlarındaki fazlalıktan şikâyet eder oldu.

Gençler, 12 yıl mecburi eğitim, üstüne bilmem kaç yıl gayri mecburi eğitim, artı kaybedilen yıllar filan derken 25 yaşa kadar “öğrenciliğe” devam etti.

Sonra sonra…

Evlenme yaşı iyice yükseldi.

Genç kızlar 25’ten, delikanlılar 28’den evvel evlenmediler ya da evlenemediler.

Sonra sonra, boşanmalar hızla arttı…

Sonra sonra…

Huzurevlerine bırakılan yaşlıların sayısı hızla arttı.

Ve günün birinde…

Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan, “Kıta Avrupası’ndan bile dört beş kat hızlı yaşlanıyoruz, bu çok ciddi bir sıkıntı!” mesajını verdi.

*

Bu kadar yazdık.

Acaba, bazı gençlerin ve anne-babaların,

“İlle de üniversite, ille de dört yıllık bir bölüm bitirmeye gerek yok. Hayata kısa yoldan atılmak ve koluna kısa yoldan altın bilezik takmak da bir yoldur. Üstelik bunun açık öğretimi de var, hem okuyup hem de çalışması var!” diye düşünmelerine katkımız olur mu?

Aman yanlış anlaşılmasın; okumaya, araştırmaya çok hevesli, kitabın başından saatlerce kalkamayan, ilim yaparken adeta kendilerini kaybeden gençler mutlaka üniversiteye ve daha sonrasına devam etmeli de…

“Ana baba hatırına ya da dört yıllık bir diploma havasına” olmamalı bu işler…

Üniversite “tutturulan” bir yer olmamalı…

“Hayatın dört beş seneliğine dondurulduğu”, “gençlerin aile baskısından kaçıp sığındığı” bir yer de olmamalı…

Akademisyenler tıpkı ilkokullarda, liselerde olduğu gibi “Oğlum dur yapma, kızım dur etme… Arkadaşına silgi fırlatma” dememeli oralarda…

“Ders başladı, hâlâ konuşacak mısınız?” dememeli.

*

Üniversite üniversite olacaksa, her üniversiteli “öğrenci” değil de, “talebe” olmalı.

Hadi bakalım, şimdi gel de “öğrenci ile talebe” arasındaki farkı anlat!..

“Boşanma sayılarının artmasıyla bu anlattıklarının ne alâkası var?” diye soranlar bile olur!

Gel de anlat!