Cinsel devrim ve acı akıbetleri
Global köy tabiri yıllardır gündemimizi meşgul eden bir gerçeğimiz. Şehir de ya da köyde, doğuda ya da batıda, Amerika’da ya da Çin’de kalmışız fark etmez. Artık bizler bu köyün hakları eşit olmayan istemsiz üyeleriyiz.
Amerika’da biri öksürse grip olduğumuz gibi orada çıkan her ne varsa fazla zaman geçmeden hayatımızın bir gerçekliliği olmaktadır. Zamanla her ne kadar istemesek de kanıksanarak hayatımızda yer etmektedir.
Her yüzyılın kendine göre büyük imtihanları vardır. Bu dönemin imtihanı da gözler önünde nesilleri helak edecek, bütün toplumların dibine dinamit dökecek kanunların hızla bütün dünyada etkisini göstermesidir.
“20. yüzyılın ahlâkını değiştiren adam” olarak tarihe geçen Kinsey, ne acı ki bizim ahlâk anlayışımıza da etki yapmıştır. Topluma yön vereceğini düşündüğümüz kimi kurumlar, insanlar dahi bu furyadan etkilenmiş, bizim dünyamızda da hızla yayılmasına sebep olmuştur.
Çağımızın en büyük sorunu “cinsel devrim” sonucu bütün ilahi söylemler bir kenara bırakılarak, Amerika’da ceza sistemi değiştirmiştir. Zina, çocuk erotizmi, kürtaj, evlilik öncesi cinsel ilişki, karı koca aldatmaları ve tabi sonucu eş cinsellik artık normalleşti. Her çıkan kanuna yenileri eklenirken bunun gerekliliği üzerinden bir çok senaryolar üretildi.
İşin daha acı vereni ise, dünyaca kabulüne zorlanan bu olumsuzluklar, adına şiirler yazılan gözbebeğimiz İstanbul’da, 44 ülkenin imzası ile kabule zorlandı. Adına da “İstanbul anlaşması” denildi.
Sağ duyusunu yitirmemiş bir çok kalem sahibi yazdı, bir çok dil konuştu, elinden ve dilinden bir şey gelmeyen ise yaşadıkları kayıpları daha görmeden buğz etti. Gördükten sonra yapılanlar ise fayda vermeyecekti. Zira bir nesil ancak bu şekilde yok edilecekti.
Zemini 1957’lerde Avrupa birliği çerçevesinde atılan kadın erkek eşitliği yani “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” düşüncesi İstanbul anlaşması ile zeminini genişletti. Cinsiyet, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet eşitliği söylemleri böylelikle zaten sıkıntıda olan insanlığı da aileyi de bitirdi.
Kadın–Erkek eşitliği düşüncesi toplumsal cinsiyet eşitliğinin yanında lezbiyen, gay, biseksüel, trans(LGBT±) ve diğer formlarla karşımıza acılarla çıktı. Nihayetinde pedofili olmanın doğuştan gelen doğal bir duygu olduğunu ve onlara anlayışlı olmamız gerekliliği üzerine konuşmalar Tedx de sunuldu. Hatta Hollanda’da pedofili el kitabı yayınlandı.
Bu gidişata dur demeliyiz. Üç maymunu oynayamayız. Görmüyor, duymuyor, bilmiyor değiliz. Görüyor, duyuyor ve biliyoruz. İnsanlığı imar etmeli, yeniden kuralları gözden geçirmeli, kendimize gelmeliyiz. Yoksa gelecekte toplumsal cinsiyet eşitliğini konuşacağımız ne bir kadın ne de bir erkek kalmayacak, ne olduğu belirsiz ara cinsiyetler oluşacak ve toplum da yok olacaktır.
Halbuki toplum; belirli kurallar üzerine adaletle yönetilen, görevlerinin ve sınırlarının farkında olup sorumluluğunu yerine getiren kadın ve erkeklerin, sağlıklı aile yapısı kurmaları üzerine bina edilmiştir. Ailesi olmayan toplum yıkılmaya mahkumdur.
Toplumun en küçük yapı taşı olan aile, anne baba ve çocuktan oluşur. Annesi ihmal edilmiş, babası iptal edilmiş bir ailenin çocuk yetiştirmesi mümkün değildir. Aile bir nefes, çocuklar ise neşe kaynağıdır. Baba evin direği, anne ise evin duvarlarıdır.
Direği ve duvarları olmayan ev olur mu?
Kadını ve erkeği belli olmayan, eşitlilik söylemlerine kurban edilen bir ortamda aileden söz edilebilir mi?
Bu eşitlik hem kadına hem de erkeğe zulüm değil mi?
Yaşanılır bir dünya için el ele verelim. Kadının ve erkeğin toplumsal değerini batıdan değil Haktan alalım. Kurallara uyarak, sınırları bilerek, sorumluluklarımızı yaparak bu dünyayı imar edelim. Zira başka dünya yok. Ve ölüm ise tek gerçek...
Ves-selam.