Çin'in Akşener-Yavaş Yanlışı!
1823 yılında ABD Başkanı James Monroe’nin adıyla anılan Monroe Doktrini, Amerika kıtası ile Avrupa kıtasını tam olarak bir asır boyunca birbirinden ayırdı.
Doktrin, emperyalizmin tatlılığına kapılan Avrupalılara kısaca “Amerika
kıtası benim çöplüğüm, kalan diğer tüm yerler sizin çöplüğünüz” diyordu.
Birinci dünya savaşına kadar da bu duruş sıkı sıkıya korundu.
ABD, Amerika kıtasının kuzey ve güneyinde oluşturduğu etkinlik alanları ile hem
Avrupa’ya uzak bir pazara kavuştu hem de tüm rakiplerini uzaklaştırdı.
Abdülhamit’in Haliç’te tüm donanmayı çürütmesi de aslında bir nevi bu duruma karşılık
geliyor.
Sizi rakip görmedikleri zaman diğer rakiplere daha fazla
odaklanabiliyorlar ve siz de bu arada kendinizi toparlamaya çalışıyorsunuz.
Bu plana rağmen bu sürede bilim ve teknolojide istenilen başarıya ulaşılamadı.
Hukuki ve ekonomik dönüşüm sağlanamadı.
Osmanlı bu dönemde kıt kaynaklarla ayakta kalmaya çalışan ve askerî denklikleri
önceleyen bir devlet olmaktan öteye geçemedi.
Hızla değişen teknolojiye bağlı ekonomik dönüşümü yakalamak kolay değildi.
Avrupalıların vahşet dolu sömürülerinin üzerine kurdukları medeniyet, başka devletlerden çaldıkları
zenginlikle elde ettikleri atılımın bir sonucuydu.
Monroe ile ABD bu durum biraz daha farklı oldu.
Tabii ki bir doktrin ilan etmek ve bir mektup yazmakla bunlar olmuyor.
Kıtanın kendi çöplüğü olduğunu, verdiği bağımsızlık savaşı ile gösteren ABD’nin;
askerî yeterliliğini devam ettirmesi Avrupalı rakiplerini “Eski dosttan
düşman olmaz” anlayışını benimsemeye zorladı.
Gel zaman git zaman aradan 100 yıl geçti.
Birinci dünya savaşıyla sekteye uğrayan dünyanın süper gücü -Üzerinde Güneş Batmayan
İmparatorluk Britanya- üstünlüğünü kaybetmeye başladı.
İkinci Dünya Savaşı ise bitirici darbeyi vurdu.
ABD savaşa katılmazsa kaybedeceklerini anlayan Avrupalılar, İngiltere öncülüğünde ABD’nin
üstünlüğünü kabul etti ve ABD ile düşman olmanın kaybı yerine ABD’nin ağabeyliğine
razı oldular.
Sonra Yalta’da dünya bölüşüldü ve iki kutuplu dünya düzeni başladı.
90’da tek kutup kaldı.
Dünya son 10 yıldır tekrar çift kutuplu düzene girmeye başladı.
Son 200 yılın güç dengesi basitçe böyle...
Görüldüğü gibi güç bir şekilde dağılmaya devam ediyor.
Dünyada gücün mutlak bir sahibi hiç olmadı. Hiç de olmayacak.
Artık savaşmadan gücün dönüştürüldüğü bir düzen var.
Ekonomik düzen...
Herkes böyle kalmasını istiyor.
Ama maalesef her şey öyle göründüğü gibi saf değil.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada kurulan barış temelli liberal düzen
ABD’nin gücünü korumak için CIA’i kurmasından sonra kısmen bozuldu.
Güç bağımlılığı ister istemez bir süre sonra tüm ahlaki değerleri yok ediyor.
ABD’de de böyle oldu.
Yönetimlere karışıldı. Darbeler yapıldı.
Hatta Türkiye’ye Ayasofya’nın bombalanacağı tehditlerinde bile
bulunuldu.
Yeni yükselen güçte de benzer bir tablonun ortaya çıktığı bir durum
yaşadık.
Geçtiğimiz gün Çin’in Ankara Büyükelçisi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Mansur Yavaş ile İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i de bir
twitte etiketledi.
Twitte “Doğu Türkistan’ın Çin’e ait olduğu” vurgusu yapılarak, Doğu Türkistan’la
ilgili açıklamalarda bulunan bu siyasilere gözdağı verildi.
Olay sonrası hemen Dışişleri Bakanlığı devreye girdi.
Doğu Türkistan meselesinde tüm dünyanın Çin’in karşısında yer aldığını
görüyoruz.
Türkiye ise başka ülkelerdeki Türk varlıklarının o ülkelerle ilişkilerde pozitif bir etki
oluşturacağı anlayışını önceleyen politikaları benimsiyor.
Görevi ülkesini diplomatik anlamda temsil etmek olan bir büyükelçinin
başka bir ülkenin iç işlerine karışması görülmüş şey değil.
Büyükelçiliklerin muhatabı ülkelerin yönetimleridir.
Siyasi açıklamalara cevap vermek istiyorlarsa kendi ülkelerindeki siyasilerin
devreye girmesi çok daha yerinde olacaktır.
Türkiye’nin “Çak bir beşlik”ten “Osmanlı tokadı”na geçişi arasında çok ince
bir çizgi var.
Dünyanın yeni süper gücü olacağı söylenen Çin’in şimdiden böyle bir yaklaşım sergilemesi üzerinde iyi düşünülmeli; Çin’in bu cüretkâr yaklaşımı iyi analiz edilmeli.