Dolar (USD)
35.35
Euro (EUR)
36.50
Gram Altın
3031.72
BIST 100
9913.08
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Ocak 2020

Çin mi, Çayna mı?

ÇİN’E gittiğimde Çinli rehberimize sordum. İngilizler gibi ülkenize “Çayna” mı diyorsunuz, yoksa “Çin” mi?

“Çin” diyoruz dedi.

Ama sondaki “n” harfini bizim Orta Anadolu’da söylediğimiz gibi telaffuz ediyorlarmış. Hani meşhur türkümüzdeki “gördünnü, gördünnü” derken Ankaralıların, Konyalıların, Kayserililerin “nn” için çıkardıkları ses ile “Çin” diyorlar.

Bir de şöyle anlatayım; İnglizlerin “going” derken son iki harf için çıkardıkları ses ile “Çin” diyorlar.

Ikına ıkına anlatmaya çalıştığım, anlatabildiğimden de emin olamadığım o harfe, o sese, Osmanlı alfabesinde “genizden gelen kef-sağır kef” denir. “Kef”in üzerine “üç nokta” konunca “genizden gelen kef-sağır kef” olur.

Çinlilerin “Çin” derken çıkardıkları üçüncü “harf-ses” bizim o “üç noktalı kef”imiz.

Biz, “üç noktalı kef”le çıkardığımız o “ses”i Orta Asya’dan getirmişiz, “ata yadigarı” yani.

Aynı coğrafyanın insanı olan Çinliler, o sesi, o harfi hala sürdürüyorlar. Biz ise daha Türkleşmek adına o harfimizi lisanımızdan, alfabemizden kovduk.

Acaba daha mı “Türk” olduk?

Osmanlı harfleri ile yazarken, örneğin “ona, yanlış, sana, meleklerin, sonra v.s.” kelimelerindeki “n” harflerinin yerine “üç noktalı kef” yani "sağır kef” kullanılırdı. “Kef” yerine “n” harfi kullanmak imla hatası sayılırdı.

Yani, Osmanlı alfabesinde kozmopolit İstanbul şivesi değil, Anadolu Türkmen Şivesi, kullanılırdı.

Şimdi acaba hangi harflerimizi daha “Türk” sayacağız?

Sarıkamış

Sarıkamış, 25 Aralık’ta başlayıp 17 Ocak’ta faciayla sonlandı. Genel Kurmay kayıtlarına göre yaklaşık 110 bin gencimizi kaybettik. Kayıpların çoğu donarak şehit olmuştu.

Savaşta askerlerimize 30’lu yaşlarındaki Enver Paşa komuta ediyordu.

Savaşın ana mantığı Polonya’da Ruslar karşısında zorlanan Almanlara nefes aldırmaktı. Ruslar Kafkaslara asker kaydıracaklardı.

Enver Paşa’ya hocası bile karşı çıkmış laf anlatamamış, Enver tarafından idamla tehdit edilmişti.

Enver’i Almanlar ve Ziya Gökalp gibiler sürekli pohpohluyorlardı. Ziya Gökalp o günlerde adeta yağ damlatıyor, “Melekler bu memleketi kurtaracağını ona fısıldadı” diyordu.

Enver bir darbe lideriydi. Padişah artık onun kuklasıydı.

Savaş sonrası esir düşen bir subayımıza Rus General; “Siz savaş tecrübesi olan bir milletsiniz, bu havada savaşılamayacağını nasıl düşünemediniz? Buna şaşırdık” demişti.

Kayıpların Enver için bir önemi yoktu. Kayıp sayısı önüne getirildiğinde omuz silkerek “nasıl olsa ölmeyecekler miydi?” demişti. Onlar öyle şartlandırılmışlardı. O jenerasyondan pek çok subay aynı kafadaydı.

Kurtarıcıydılar.

Onlar millet için değil, millet onlar içindi.

Savaşı takiben Enver, basına sansür koydu. Enver'in partisi İTP’nin doğal uzantısı CHP, sansürü sürdürmeyi benimsedi, sansür 1990’lara kadar sürdü.

90’larda sansür delindi, pislik ortaya döküldü.

Sarıkamış bir zafer değil, kırımdır.

Zayiat verilmiş, ama zafer falan da kazanılmamıştır.

Tam bir hezimettir.

Sarıkamış’a o günleri yad etmeye gidenler, orada kahramanlığı değil, akılsızlığı, maceraperestliği, darbelerin nelere mal olacaklarını anlamaya çalışmalıdırlar.

Ne idik, ne olduk?

Hasan Ali Yücel, tek parti (CHP) dönemi Milli Eğitim Bakanlarındandır. Köy Enstitülerinin kurucusudur.

Köy Enstitüleri, Türkiye'de komünizmin ve ateizmin yuvaları olmakla suçlanmışlardır.

Hasan Ali Yücel “Geçtiğim Günlerden” isimli anılarını anlattığı kitabında(*) şunları anlatır:

Babam, Ali Rıza Bey, son derece dindar, takıntı derecesinde dürüst bir insandı. Şapka devriminden sonra, şapka giymemekte direndiği için Allah’ın günü tutuklanır, karakollara götürülürdü.

Ali Rıza Bey, gelini Refika Hanım’ın şapka ile gezmesine oğlu Hasan Ali Yücel’in izin vermesini içine sindiremediği için, oğluyla birlikte kalmayı reddetmiş, bir bodrum odasında kendi başına, kendi yemeğini kendi pişirerek, kendi çamaşırını kendi yıkayarak, ince bir şilte üstünde yatarak hayatını tamamlamıştı.

Acaba şapkaya bu derece tepkili olması saçmalık mı?

Biz Ali Rıza Bey’le empati yapabiliyor muyuz?

O’nu anlayabiliyor muyuz?
(*) Geçtiğim Günlerden / Hasan Ali Yücel, İletişim Yayınları, 1990,sh.10-sh.26