Çile Dolu Yollarda
Hz. Adem’le başlayan insanlık
tarihinin derinliklerine baktığımızda, Hâbil ve Kâbil’in temsil ettiği iki
kutbun insanlığı daima birbirine zıt yollara sürüklediğini görürüz: Hak ve
Batıl. Hak yolunda yürüyenler, Allah’ın davetini savunarak iyiliğin ve adaletin
bayrağını taşırken, Batıl yolunda ilerleyenler ise zulmü ve nefreti beslediler.
Bu iki kutbun arasında insanlık, iyilikle kötülüğün çarpıştığı bir sahneye
dönüştü. Hakkı savunanların acı dolu çilesini aktaran eserlerden biri olan
İhsan Süreyya Sırma’nın İslâmî Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence kitabı
da bana ve benim gibi birçok insana bir bilinç ve farkındalık kazandırdı. Bu
kitap, tebliğ yolunun hiçbir zaman kolay olmadığını ve zulmün pençesinde bile
Hak davaya tutunmanın değerini anlatan bir mihenk taşı oldu.
Son yıllarda, hatıralarını
bizlere miras bırakanlar sayesinde geçmişin izlerini sürmek mümkün hale geldi.
Bazen kendi anlatılarıyla, bazen de bir başka dostlarının sorularıyla hatıralarını
kaleme alanlar bize geçmişin tanıklıklarını sunuyor. İhsan Süreyya Sırma’nın
“Pervari’den Paris’e” adlı kitabını, öğrencisi Prof. Dr. Adnan Demircan’ın
sorularına verdiği cevaplarla okurken, zihnimde yeniden canlanan hatıralarla bu
kıymetli eserin sayfalarında kayboldum. Aynı günlerde, İsmail Sert’in
“Siyaset ve Kitaplar Arasında” başlıklı sorularına verdiği cevaplarla bize kapı
aralayan İbrahim Halil Çelik’in Hece Yayınları tarafından
basılan kitabını da okudum. Her iki kitapta da tanıdık yüzlerin geçmesi, farklı
hikayelerin ortak dostlar üzerinden köprüler kurduğunu gösterdi.
Viyana’da yolları kesişmiş İhsan
Süreyya Sırma ve İbrahim Halil Çelik’in birbirlerine olan saygısı gözler önüne
seriliyor. Çelik’in hatıralarında Sırma ile sohbetlerinden bahsederken
gösterdiği hayranlık, Sırma’nın kendi hatıralarında da aynı sıcaklıkla karşılık
buluyor. İkisi de birbirlerinin hayatında, en çetin yol ayrımlarında birer
yoldaş olarak durmuşlar.
Pervari’nin çileli sokaklarında
doğan ve zor bir hayatı gül bahçesinde gezintiye çıkarcasına seven İhsan
Süreyya Sırma’nın hayatı, İbrahim Halil Çelik’in hatıralarında da yankı
buluyor. Aynı mekanlarda bulunmamış olsak bile, fikirlerin ve gönüllerin
yakınlığını hissetmek, bu iki çilekeşin yazdıklarında kendi geçmişime de dokunan
bir yan bulmak beni derinden etkiledi. Düşüncelerin farklı olduğu için “acayip”
sayıldığı, insanların idealleri yüzünden dışlandığı dönemlerden geçtik. 12
Eylül’ün baskıcı gölgesiyle, 28 Şubat’ın despot rüzgarlarında aynı fikirlerde
buluştuğumuz bu çetin yollarda, aynı kaderi paylaştığımızı şimdi daha iyi
anlıyorum.
Ankara’da uzun yıllardır ikamet
eden İbrahim Halil Çelik’le yollarımızın kesiştiği nice ortak nokta var.
Türkiye Yazarlar Birliği, Birlik Vakfı, Server Vakfı gibi kültürel ve sosyal
etkinliklerin tertiplendiği mekanlar bu dostluğun adresleri oldu. TBMM’de
karşılaştığımız günlerde de dostane sohbetler ettik. Onun anlattıklarından
bazılarını birebir kendisinden dinlemiş olsam da tarihe tanıklık eden bir
şahsiyetin yazdıklarının zihnimde kalıcı izler bırakması sevindirici. Çelik’in
her sözü, tarihe düşülen bir not gibi derin anlamlarla yüklü.
Hayatlarında iz bırakmış
dostlarını dualarla yad ederken, onlara acı yaşatanların bugünkü hallerini
görmek de bir ibret vesikası. Hayat, belki de bu kutuplar arası yolculukta
yaşananlardan geriye kalan hikayelerle bize ders veriyor.
Çilekeş ve davasına bağlı iki
adam olarak iki ismin çizdiklerinde ortak noktalar belirginleşiyor. Biri
Şanlıurfa’nın sıcağında şekillenmiş bir hayat, diğeri ise Siirt’in Pervari
köyünde yokluklarla yoğrulmuş bir kader çizgisi... İlkeli duruşlarını ödün
vermeden devam ettirdiler. Farklı coğrafyalardan, aynı davanın etrafında
toplanmış iki ismin hikayesini okurken, “İyi ki bu değerli insanların
yazdıklarını okumuş, iyi ki bu yolda birlikte yürümüşüm” demekten kendimi
alamıyorum.