Çıkma akıl
Prof. Dr. Mustafa TEKİN
Yedek
parça insanların gündelik hayatlarında kullandıkları eşyaların, makinaların
uzun süreli kullanımları için vazgeçilmez bir aparat özelliği taşımaktadır.
Özellikle araba tamiri için sanayiye gidenler, iki soru(n) ile muhatap olurlar.
Birincisi, yedek parçanın Avrupası mı yerlisini mi itersin? İkincisi de, şayet
çok pahalı ise “çıkma parça” var mı?
“Çıkma
parça” kullanılmış ancak iş gören yedek parçalar için kullanılmaktadır. Orijinal
yedek parçaların pahalı ya da ulaşılamaz (bulunamaz) olduğu durumlarda çıkma
parçalar kişi için bir işlev görürler. Fakat kullanılmış oldukları için ne
kadar iş görecekleri belirsizdir; esasen orijinal parçalarla uyum problemi de
yaratmaktadırlar.
Tam
da bu noktada “çıkma parça” tabiri metaforik olarak anlatmak istediğimiz
problemi tasvir etme noktasında uygun olduğu için sosyal bilimler alanına
transfer ederek kullanacağız. Fakat tabirin “çıkma” kelimesinin önüne “akıl”
şeklinde bir değişikliğe gideceğiz.
Peki
bununla ne anlatmak istiyoruz? Önce konunun bileşenlerini ortaya koyarak
problemi netleştirelim. İlkin, uzun süredir devam eden modernleşme tarihimiz
(tecrübemiz) bugün daha çok Batı’dan alıntılar, iktibaslar ve perspektifler ile
şekillenmiş görünmektedir. Elbette “modernlik” gibi çok güçlü felsefi,
sosyolojik ve hatta teolojik alt yapısı olan bir bakış açısının (=aklın) kendi
dışındaki geleneklerde ciddi kırılmalar yaratması ve hayranlık uyandırması söz
konusudur.
Bu
durum bugüne gelinceye kadar iki önemli sonucu ortaya çıkarmıştır. Birincisi,
“batı aklı” Batı dışı toplumlara transfer olmaya başlamıştır. Nitekim
modernizmin eleştirisi yine ilk olarak Batı tarafından yapıldığından ve diğer
toplumlarda bu eleştiriler bir izlek olarak takip edildiğinden bir başka
perspektifle kendisine bakmak şeklinde tezahür eden bir akıl vardır ki, bu
okuma biçimi hala devam etmektedir.
İkincisi,
dünyayı, evreni ve insanı tek bir okuma biçimi olmadığından ve farklı okuma
biçimlerinden söz edilebilmesi, aslında farklı “akıl”lar üzerinde durulmasını
anlamlı kılmaktadır. Bu bağlamda bir “batı aklı”, “Asya aklı”, hatta Cabiri’nin
çokça vurguladığı üzere bir “arap aklı”ndan bahsetmek olasıdır. Aslında bu akıl
çeşitleri ile kastedilen, farklı paradigma ve kültürden evreni ve insanı okuma
biçimidir. Bu okuma biçimleri akli bir faaliyet olarak işlev görürler ve
hareket ettikleri paradigmayla uyumlu bir rasyonellik geliştirirler.
Bir
başka yazımda “islam’ın kendi rasyonalitesini kurma”sı gerektiğine vurgu
yapmıştım ki, kastettiğim yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığım nitelikler
idi. Buradan yola çıkarak oluşan her bir medeniyet de “akıl” üzerinden
farklılaşarak kendisine has özellikleriyle tebellür etmektedir.
Her
bir farklı paradigmanın insan ve evreni okurken, tam da bu sebeplerle kendi
“aklı” ekseninde hareket eden bir perspektife ihtiyacı vardır. Şayet böyle
yapmazsa, o medeniyetin ya da bakış açısının bir takipçisi olmaktan öteye
gidemez. Elbette farklı medeniyet daireleri ve perspektiflerin ürettiği
bilgilerden, yaklaşımlardan ve metodlardan faydalanılacaktır. Bu anlamda Batı
modernitesi çerçevesinde birikmiş bilimsel müktesebat ve yöntemlerden kritik
ederek yararlanmak gerekmektedir. Fakat tüm bunlar İslam’ın kendi
rasyonalitesinin perspektifini kaybetmeden inşası ile mümkün olan şeylerdir.
İslam
dünyasında hala Batı’dan aktarımlarla yapılmaya çalışılan inşalar, “çıkma akıl”
ile bir dünya inşa etme çabasını andırmaktadır. Dolayısıyla öncelikli bir çaba
olarak “akla” yapılan yığınıklarla evreni ve insanı yeniden okuma çabası
öncelenmelidir.