Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.77
Gram Altın
2498.93
BIST 100
9688.67
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Eylül 2021

Çıkış Yolu-6: Yönetim

Önceki haftalarda belirtildiği üzere Türkiye’nin çıkış yolu olarak sıraladığımız insan, makine, metot, malzeme ve para bahislerinin hepsi bir ülkenin gelişmesi ve belli bir refah seviyesi yakalamasında hatırı sayılır bir yere sahiptir. Bunların her biriyle ilgili olarak ortaya konan tasarruf aynı zamanda bir ülkenin sosyal ve ekonomik gidişatı ile sahip olduğu konumun da nasıl şekilleneceğini haber verir. Eğer dünya devletleri birbiriyle rekabet eden bir ligin elemanları ise hangi ligde yer aldığınızın ölçüsü hayatın tam da bu beş farklı alanına dair neler yaptığınızdır. Ancak bütün bunların dışında, bunlara eklenmesi ve hepsinin ortak paydası addedilmesi gereken öyle bir öğe var ki o olmayınca bunların hepsi bir anda buharlaşıyor, berhava oluyor ve hiçbirinin tek başına bir anlamı kalmıyor: Yönetim… Yönetim, helva için gerekli olan malzemeleri helvaya dönüştüren zihniyetin ta kendisidir. Bu yönüyle takımın maddi öğelerine, kapasitesine, tekniğine, taktiğine eklenmiş bir ruh, ‘meta’yı ‘fizik’le buluşturan bir metafizik eklemlenmedir ki ruhu olmayan ve takım ruhuyla hareket etmeyen takımların ne hallere düştüğü hepimizin malumudur.

Nasıl ki bedeni oluşturan organların hepsi tek başına kendine ait işlevi yerine getirmek için doğasına uygun hareket etmek zorunda olduğu halde beyinden komut gelmediği sürece fraktal bir parçaya dönüşüyor ve kötürümleşiyorsa yönetimin eklenmediği bir insan malzemesi, makineler ve yöntemler bütünü, mal ve ürünler toplamı ile çoğaltılmış para da ne yazık ki çarçur olmak dışında bir kaderi yaşayamıyor. Bundan ötürüdür ki yönetim bütün bunların ortak noktası, birbirleriyle kuracakları temasın temel taşı ve harcıdır. Yönetim, bir anlamda insan bedenine eklemlenmiş bir ruh, evrene hediye edilmiş bir güneş, doğaya lütuf edilmiş bir nefestir. Ancak o geldiğinde beden hareket eder, ancak o geldiğinde dünya ışıkla buluşur, ancak o geldiğinde tohum patlar, ancak o geldiğinde düzen kurulur.

Dilimizde, kolektif kültürümüzde ve siyaset dağarcığımızda saygın bir yeri olmasa da yönetimin doğasını simgeleyen işlevsel bir ifade biçimi var: “Yönetime el koymak.” Bu sevimsiz söz grubu bir zorbalığı, bir rejim değişikliğini, bir travmayı ifade etse de saf haliyle yönetimin gücüne dair kuvvetli bir göndermede bulunuyor. Bir ülkenin gidişatından sözüm ona memnun olmayan askerler, sivilleri zorbalıkla devirdikten hemen sonra insana, makineye, metoda, malzemeye ve paraya değil “yönetime el koyduklarını” söylerler. Çünkü yönetime el koymak, bunların hepsine el koymak, neredeyse hayatın tamamına yönelik dinamikleri kontrolüne almak demektir. Ve yine aynı şekilde biri “Türkiye iyi yönetiliyor” dediğinde harika bir eğitim sistemi eşliğinde kaliteli insan yetiştirildiğini; sanayisinin tıkır tıkır işlediğini, fabrika bacalarının biteviye tüttüğünü, -en azından- olması gerektiği kadar üretim yapıldığını; sosyal, siyasal, ekonomik, pedagojik, kültürel, sanatsal vb. alanlarda her şeye, her duruma, her bağlama en uygun yöntemin uygulandığını; eldeki malzemeden hiçbir kıymığın heba edilmediğini, bırakın israfı, milli servetin çerçöpünün bile üretimin bir parçasına dönüştürüldüğünü; eldeki malzemenin ehil eller tarafından incelikle yoğrulduğunu, işlendiğini ve adil bir paylaşıma sunulduğunu, birkaç nesle yetecek kadar bir para temerküzünün kayıt altına alındığını, böylece, bütün bunların organizasyonundan kaynaklı olarak ciddi, sağlam, tutarlı ve ehil bir yönetimin gücü elinde bulundurduğunu söylemiş olur. Bu elbette kendiliğinden iyi ve nitelikli insan sayısının kötü ve niteliksiz olanlardan, sağlam ilişkilerin çürük olanlardan, kendini güvende ve mutlu hissedenlerin güvensiz ve mutsuz hissedenlerden daha fazla; üretimin tüketimden, işin ataletten, bilincin alıklıktan, hayatın ölüm göstergelerinden, sağlığın hastalıktan, erdemin suçtan her daim bir adım önde olduğunu ifadelendirir. Yine aynı şekilde biri “Türkiye iyi yönetilmiyor” dediğinde eğitim sisteminin baştan aşağı bozuk olduğunu, işlemediğini; farklı uzmanlık alanlarında olması gereken insan kalitesinin bir türlü yakalanamadığını, liyakatin sağlanamadığını; sanayisinin durma noktasına geldiğini, vatandaşlarının önemli bir kısmının aç-susuz kaldığını, ülkenin her tarafında genel bir ataletin hakim olduğunu; ihtiyaç duyulan işlenmiş malzemenin ithal edildiğini, ülkenin genel ekonomik göstergelerinin aşağıya yönelik olduğunu, büyük bir dış borç yüküyle karşı karşıya bulunulduğunu; devasa bir yöntemsizliğin güncel hayatın parçasına dönüştüğünü, beşer ve maddeye özgü malzemenin israf edildiğini, bugüne ve geleceğe dair tasarruflarda hiçbir fütüristik teori üretilemediğini, varolan teorilerin adamakıllı yöntemler eşliğinde uygulamaya konulamadığını velhasılıkelam ülkenin yönetilemediğini, yani kötü yönetildiğini ifade etmiş olur. Elbet bu da kendiliğinden kötü ve niteliksiz insanların iyi ve niteliklileri ezdiğini, erdemin kötülüğün gerisinde kaldığını, suç oranlarının yükseldiğini, hastane, tımarhane ve hapishanelerin sayısının okullardan, işyerlerinden ve kültürel mahfillerden daha fazla olduğunu ifadelendirir.

Yönetim ve yönetmek hayatın her alanına nüfuz etme anlamına geldiği için çağdaş dünyada siyaset hayatın bütününü kaplayan devasa bir güç alanına dönüşmüştür. Kültür ve devlet organizmalarında başı temsil eder ve diğer her şey, onda toplanır, kendini onunla sunar. İnsan, makine, malzeme, metot ve para ancak bütün bunları belli bir sistem içinde işleten bir zihniyetle mümkündür ki o da “yönetim” beceri ve kapasitesinden ari değildir. Baş ve onun sahip olduğu organizasyon ne kadar sağlamsa geriye kalan organların sevk ve idaresi de o kadar sağlıklı olur. Yönetim meselesini dilimizdeki üç atasözüyle noktalayalım: “Baş olan boş olmaz.”, “Balık baştan kokar.”, “Başa gelen çekilir.” Yönetmek, yönetememek, kötü yönetmek, işte bütün mesele…