Çıkış Yolu 5: Para
Para sermaye demektir. Sermaye ise bedenin varlığını sürdürmenin en
etkili araçlarından biri. Para böylece bedenin içine yerleştirilmiş ruhun da
hareket etmesinin en önemli gerekçelerinden birine dönüşmektedir. Para ile
beden arasında o kadar doğrudan bir ilişki vardır ki maddi mülkiyetin sembolü
olarak ta Milat’tan önce 7. yüzyılda Lidya darphanelerinden beri insanın
gözlerini ışıldatan en önemli dolaşım aracı olarak varlığını sürdürmektedir.
Bedenin sıhhat ve selameti ihtiyaçlarının karşılanması ile doğrudan
ilgilidir. Hava, su, besin, duyulara uygun ortam vs. unsunlar onu var kılmakla
kalmaz, aynı zamanda varlığını perçinleyerek ruhun da dışarıya bakışını
keskinleştirir. Ruhun sağlığı bedenden geçtiği için bedene ve onu
kuvvetlendiren ögelere bazen ruhun kendi sağlığından çok daha fazla kıymet
biçilir. Para da o sağlıklı oluşun aracı olarak tarihin neredeyse bütün
dönemlerinde ruhun en “sıcak” muhataplarından biri olma işlevini görmüştür.
Hatta denebilir ki özellikle günümüze doğru yaklaştıkça “sıcak para” sözü
doğrudan ruha yöneltilmiş bir ferahlık deyimi olarak kullanıma girmiş ve
dolaşıma sunulmuştur.
Bununla birlikte, paranın varlığı ve temerküzü değil de onun dağıtım
biçimleri toplumsal düzen açısından önem arz etmektedir. Sahip olmak her
durumda kullanmayı beraberinden getirmiyor. Yerine göre, sahip olduklarını
kullanmak ve onu hak ettiği gibi değerlendirmek sahip olmanın kendisinden çok
daha önemli hale gelebilmektedir. Gerek bireysel gerekse toplumsal olarak
sınırsız mülkiyete sahip olduğu halde sefalet içinde yaşayanlar da sınırlı
mülkiyetle sınırsız keyif çatanlar da olmuştur. Bu, bir şeyin varlığından
ziyade işlevinin öne çıkmasına dair bir husustur. Araçları doğru yerde, doğru
zamanda ve olması gerektiği biçimiyle kullanmak araca sahip oluştan çok daha
kıymetli olmasa, mutluluk doğrudan parayla ölçülen bir değere indirgenirdi.
Ancak bütün bunlar parayı ve onun gücünü yok saymayı, değersiz addedişi
beraberinde getirmemektedir. Bilakis başlangıçtan beri neredeyse gelişmiş bütün
toplumsal yapıların altında güçlü bir sermayenin bulunması paranın kıymetine
dair vurguları güçlendirmektedir. Tersi örnekler de vardır elbette. Bugün
Ortadoğu’da sermayesi küresel güç olmaya yettiği halde kendi bölgesinde ayakta
durmanın yolunu bile başka devletlerden güç umarak/devşirerek bulmaya çalışan
aciz devletlerin sayısı bir hayli fazla.
Modernleşme ile birlikte metaya yapılan belirgin vurgu bedensel
ihtiyaçların ruhsal ihtiyaçlardan çok daha görünür olmasına yol açmıştır. Bu
süreçte, hukuksal düzenlemelerden başlayarak sosyal ve güncel yaşamın neredeyse
değişmez öznesi hep para olmuştur. Kapitalizm paranın merkeze alınışının,
kutsallık izafesinin en organize, en somut hali olarak yaklaşık birkaç
yüzyıldır devletlerin yerleşik düzenini belirlemesinin ötesinde, ulus
devletleri bile tehdit eden küresel bir değere dönüşünün başat ideolojisi
olmuştur. O kadar ki ona en uzak görünen Doğu Bloku ülkeleri onun karşısında
tutunamamış, bir şekilde kapitalistleşmiştir. Hatta teoride komünizmine toz
kondurmak istemeyen Çin bile bugün dünyanın en kapitalist ülkelerinden biri
olarak ABD ile yarış halindedir. Paranın gücü ve sermayenin akışı toplumların
yükseliş ve düşüşünün de önemli paradigmalarından birine dönüşmüştür.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu İslam dünyası asırlardır üretmemekte,
üretileni tüketmekte, üretileni tüketme konusunda Batı dünyasından çok daha
hevesli davranmaktadır. Ortadoğu kültürel bakımdan sefalet içinde yüzerken para
kokusunun en çok teneffüs edildiği, paranın nabzının en çok attığı coğrafyadır
aynı zamanda. Eğer parayla gücün doğrudan ilgisi olsa, sahip olmak onu
kullanmayı ve doğru kullanmayı
beraberinde getirse Arap Yarımadası dünyanın pek çok bakımdan süper gücü
olmalıydı. Ancak nereden bakarsanız bakın sefahat dışında Ortadoğu’nun görünür
hiçbir tarafı kalmamıştır. Bugün Türkiye’nin de içinde olduğu İslam
coğrafyasında para ne doğru yerlere harcanmakta, ne adil dağıtılmakta ne de
kalıcı çözümlerin şifresi olarak kullanılmaktadır. Bir bakıma küresel ölçekte
paraya yönelik adaletsizliğin çok daha vahşi yüzü Ortadoğu’da, İslam
coğrafyalarında kendini göstermektedir. Necip Fazıl’ın ifadesiyle “bir kişiye
tam dokuz pul, dokuz kişiye bir pul; bu taksimi kurtlar yapmaz kuzulara şah
olsa.”
Emekle bağı kesildiğinde paranın metafiziği solar, ruhu kurur. Tarım,
hayvancılık, tüccarlık, esnaflık ve hatta fabrik üretim tarzlarının egemen
olduğu üretim biçimlerinin hepsi bir şekilde emekle ilgilidir ve bu ilgi
paranın kıymetini beraberinde getirdiği için kazanmanın yanı sıra harcama
biçime de ona göre meşru bir zeminde gerçekleşir, toplumsal yapı da ona göre
şekillenir. Elbette adil bir paylaşımda emeğin rolü hatırı sayılır bir yere
sahiptir. Günümüzde kapitalizm insanlığı öyle bir aşamaya getirmiştir ki sadece
banka, bankamatik, kredi kartı, sanal para, bitkoin benzeri yapılar değil,
insanın buna dokunan zihni bile buharlaşmış ve hem bedensel hem de zihinsel
emek harcanmaksızın para kazanmanın yolları bulunmuştur. Borsalar, para
spekülatörleri, faiz lobileri sanal para üzerinden neredeyse hiç emek
harcamaksızın bir nevi hırsızlık ile para kazanmanın yolunu öğretmiş, böylece
emek aşağılanan, tahkir edilen bir değere dönüşmüştür.
Bugün Türkiye’de gelir adaletsizliğinden, mevki makam hırsından, liyakat yoksunluğundan ziyade gençlerin emek sarf etmeden para kazanma hevesleri çok daha büyük bir risk taşımaktadır. Paranın laneti emeği aşağıladıkça paranın kutsiyetini şeytani bir “kısa yoldan mülk edinme” sistemine irca etmekte, bu da kendiliğinden toplumsal adaletsizliğin kanallarını açarak kültürel yozlaşmanın ve ahlaki çözülmenin yollarını genişletmektedir. Bugünün dünyasını olduğu kadar, geleceğin dünyasını da elinde para olan ve parasını kullanmayı bilenler şekillendirecektir. Ancak şunu da söylemeli ki cüzdan paranın sığınağı olmaktan çıkıp yürek buna soyununca en başta yürek kaybetmekte, yüreğini kaybeden toplumlar insanı ve insanlığını yitirmektedir.