Çıkış Yolu 3: Malzeme
Hareket yüzeyle ilgilidir. Yüzey
mekana vurgu yapar. Zaman hareket
üzerinden, mekan cisim üzerinden kendisine temsil bulur. Böylece hayat
en genel anlamda zaman-mekan uyumunun neşet ettirdiği bir döngü olarak tarif
edilebilir. Zamanın aynası bilinç, mekanın aynası bedendir ve bilincin bedenin
içine konması, hareketini ona bağlamış olması cisimlerin önemini ortaya koyar.
Ontolojik olarak beden ile dünya arasındaki ilişki de tam olarak burada
kendisini gösterir ve ömür bir anlamda bilinç ile zaman, gövde ile dünya
arasındaki ilişkinin ürünü olarak varlığını pekiştirir. Malzeme, hayatın en
vazgeçilmez öğelerinden biridir kuşkusuz. İçinden bakacağımız bir beden, üzerine
basacağımız bir zemin, atmosferini teneffüs edeceğimiz bir dünya olmadan
yaşayamayacak oluşumuz, malzemenin bizim için ne kadar kıymetli olduğunun en
önemli göstergesidir.
Kendimizi gerçekleştirmek için bir bedene ve onun uyumlu organizasyonuna
ihtiyacımız var. Yürümek için zemin gerekir. Uçmak için boşluk, dokunmak için
cisim… İnsan, verili malzemeyi devşirerek kendine yol bulur. Bu yönüyle verili
malzeme sonsuz bir imkan alanına işaret eder ve onu kullanmayı bilen zihin
yaşamayı hak eder. Bitkiler, hayvanlar ve insanlar yaşamak için verili
malzemeyi kendilerine uydurmak, olanı olması gerektiği biçime dönüştürmek
mecburiyetindedir. Bu, akıl ile dünya arasındaki ilişkinin vazgeçilmezliği
kadar aklın malzemeye olan üstünlüğünü de gösterir. Uyum, bilincin malzemeye ip
sarkıtması, kendisiyle onun arasında bir bağ teşekkül ettirmesi ve o bağ
üzerinden dünyaya raptolması, dahası dünya ile arasındaki ilişkiyi perçinlemesi
demektir. Uyumsuzluk ise bilincin kötürüm kalması, bağ teşkil edememesi ve
bulunduğu yere kapaklanarak ölümü kabullenmesi demektir. Sözün burasında aklın
sağlam ipiyle malzemeyi kıskıvrak yakalayanlar, aklın çürük ipini ona
dolayanlar ve onunla temas kurma noktasında hiçbir çaba sarf etmeyenler devreye girer ki malzemeyi kıskıvrak
yakalamak yaşamın en önemli garantisidir. Onunla gevşek bağ kurmak hastalıklı
bir hayatın, onunla temas kuramamak ise ölümcül bir yuvarlanışın göstergesi…
Daha baştan beri malzemeyi tanıyan, tahlil ve tefsir ederek kontrolüne
alanlar dünyanın hakimi olmuşlardır. Malzeme, doğada dağınık olarak bulunur.
Bitkiler, hayvanlar, ateş, su, toprak, rüzgar… Bunların hepsi doğal
malzemelerdir ve fethedilmeyi bekler. İnsanın ayakta kalmak, kaliteli bir yaşam
sürdürmek ve neslini devam ettirmek için yapacağı tek şey malzemeden yararlanmaktır.
Pamuktan iplik, iplikten kumaş üretmek de rüzgarın gücünden yararlanıp
elektriğe dönüştürmek de suyun imkanlarından yararlanıp tarımla uğraşmak da
metalin gücünden yararlanıp hayatı kolaylaştırmak da malzemeye verilen değerle
ilgilidir. Malzemesini makul kullananlar kullanmayanlara, malzemesinin değerini
bilenler bilmeyenlere üstündür.
Mevcudiyet, oluşun araçlarla kurduğu ilişkinin eseridir. Beyin dahil her
organ mutlak anlamda kendini gerçekleştirmek için bir araca ihtiyaç duyar ve o
aracı kendine uydurarak, bünyesine dahil eder, öylece varlığını sürdürür.
Düşünce için beyin, görüntü için göz, temas için deri, hissediş için kalp
vazgeçilmezdir. Birinciler olmayınca, ikinciler kendiliğinden devre dışı kalır.
Beden olmadan varoluş tahayyülünün mümkün olmaması gibi. Mesleklerin ortaya
çıkışı da iş kavramının varlığı da doğrudan malzemeye yönelik tahayyül ve
tasavvurun ürünüdür. İnsan ile dış dünya arasındaki konumlamada insanın dış
dünyadan ‘yararlanarak’ kendine bir yol çizmesinin, menzilini genişletmesinin,
hayatı olduğundan daha kolay hale getirmesinin aracı olarak üretilmiştir
meslekler. Bu sebeptendir ki malzemeye deyince doğrudan doğruya onun işlenmesi
ve bir adım sonrasında da o işlenişin tecrübeyle birleşerek bir ustalık ve
uzmanlık alanına dönüştürülmesi gelir ki mesleklerin varlığı bireyden topluma
geçişin de en önemli sacayaklardan biridir. Sağlıklı bireylerin sağlıklı toplum
inşa etme yolunun en vazgeçilmez araçlarından biri hayatın her alanına yönelik
mesleklere uygun bireylerin tam da mesleğin gerektirdiği biçimiyle
konumlandırılması, istihdam edilmiş olmasıdır. Meslek, elindeki her malzemeyi
değerlendirmeyi bilmenin, kötü bir malzemeden iyi ürün çıkarmanın, kıt
malzemeden iş görür bir sistem kurmanın adıdır. Gelişmiş toplumlara özgü
liyakat, ehliyet gibi terimler de yapmakta olduğu işin üstesinden gelme ile onu
yüzüne gözüne bulaştırma arasındaki çizgiyi belirginleştirmenin ölçütü olarak
kullanılagelmişlerdir. Bu iki ölçütü gözü gibi koruyup kollayan ve ondan
vazgeçmeyen toplumlar refah içinde yaşamış, bu iki ölçütü yitirip onun dışında
davranmış olanlar ise hiçbir zaman güçlü ve kalıcı bir sistem kuramamışlardır.
Bilinen en eski toplumlardan başlayarak modern, postmodern ve dijital çağa
kadarki süreçte bireylerin, toplumların ve devletlerin gücü, sahip oldukları
malzemeyi kullanıp kullanamadıklarına göre şekillenmiştir. Güçlü olmanın yolu
güçlü araçlara sahip olmak kadar malzemeyi layıkıyla işlemeyi bilmektir de. Bununla
birlikte, her çağın güç anlayışı da araçları kullanma biçimi de farklıdır. Klasik
dönemlerde güçlü olmanın yolu nüfustan, metalden, suyun varlığından, rüzgar vs.
yeraltı ve yerüstü zenginliklerden geçerken modern dönemde fabrik üretimler
onun yerini almıştır. Günümüzdeyse güç, dijital malzemeyi kullanmaktan
geçmektedir ve çağın ruhu, güçlü bireylerin de güçlü toplum ve devletlerin de
dijitaliteyi kullanma becerisini göstermeyi işaret etmektedir. Dolayısıyla bugünün
malzemesi bilgidir. Tarih bilgisi, teori bilgisi, bilimsel bilgi, sanatsal ve
kültürel bilgi, coğrafya, siyaset vs.. bunların hepsi yoğrulmaya hazır
malzemeler olarak sahiplerini beklemektedir. Geleceğin dünyasını bilgiyi
üreten, tanımlayan, tasnif ve kontrol ederek onun ticaretini yapan toplumlar
inşa edecek. Eğitim politikasını günün akışına bırakan, nesillerini bilgisizliğin
kucağına terk ederek onları bir anlamda bilginin özüyle değil köpüğüyle
uğraştıran, üretmeden tüketmeyi yaşam tarzına dönüştürmüş, tembel ve hercai
toplumlar ise geleceğin mutlak kölelerine dönüşecek. Efendilik ile kölelik
arasındaki ince çizgide hep nesneye bakma biçimleri vardır çünkü.