Çıkış Yolu 2: Makine
Makine ilhamını bedenden alır ve birinci dereceden muhatabı gövdedir. Bilincin evi olarak beden onun koruyuculuğunun, kuvvetlenmesinin ve keskinliğinin de garantisidir. Bir dış dünya öğesi olarak makine de bedene işlev imkanı vererek ona kımıltı bahşeder ve böylece hareket sayesinde donuk olan çözülür, olmayan oldurulur, zaman varoluşun içine yürür. İnsan nefesinin doğaya üfleyişi olan makine zihin için düşüncenin, beden için yürümenin bir sembolü olarak onun gerçekleştirme kudretine yeni olanaklar ekler, onu olduğundan çok daha uzak ufuklara taşır. Saf ve olduğu haliyle doğa bedeni eyleyişe çağırırken işlenmiş, taazzuv etmiş ve dönüşmüş biçimiyle makine de o çağrıya eşlik edişin somut adımına dönüşür. Sağlıklı zihnin düşünce üzerinden, sağlıklı midenin besin üzerinden, sağlıklı ayağın mesafeyi kat ederek elde ettiğini iyi işlenmiş makine de bedenin tamamına bahşeder.
İnsanlık tarihi, biraz da makinenin tarihidir. Makine insanın kendini onda gördüğü bir tür gölge ve hatta ayna olarak tahayyül edilebilir. Gölge nasıl insanı takip eder, ayna nasıl onu yansıtırsa makine de tarih boyunca insanın peşini bırakmayan, hatta belki onu peşinden koşturarak ona zenginlik ekleyen, ruh halini dönüştüren, sahip olundukça iyi, uzak kalındıkça kötü hissettiren en önemli icatlardan biridir. İnsanın gölgesini eğip bükerek kendine yeni bir varlık alanı inşa etmesi ve hayata oradan bakmasıdır. Eğlendirici değil faydalı oyuncaktır. Bu haliyle tekerlekten başlayarak çıkrığa, manivelaya, dişlilere, çakıl taşlarından başlayarak bıçağa, kılıca, makineli tüfeklere, toplardan başlayarak atom bombasına ve nükleer keşiflere, camdan başlayarak aynaya, gözlüğe, radyolojiye ve ekrana uzanan büyük hikayenin tamamı insan bedeninin gölgesini keskinleştirmesi, oyuncağını profesyonel hale getirmesi ve adımlarını olduğundan çok daha uzağa atabilme becerisi olarak da düşünülebilir.
Bedenin insan aklını yanına alarak toprağı, kumu, metali ve taşı emrine amade kılması elbette sadece güncel hayatı çeşitlendirmenin, olduğundan daha kolay bir hayat sürmenin vesilesi değildir, fakat aynı zamanda birlikte yaşamanın, zorluklarla topyekun baş etmenin ve birlikte yaşamaya dair yeni değerler üretmenin de gerekçesidir. Bununla birlikte, yakın zamana kadar makineye dair bütün üretimler ya bireysel veya çok az insanın yan yana gelerek oluşturduğu kolektif güçten beslenirken özellikle 1848 Sanayi İnkılabı’nın ardından insan-makine ilişkisi bireysel boyuttan kolektif boyuta geçmiştir. Bu vakitten itibaren sadece toprağın, taşın, rüzgarın gücünden değil aynı zamanda kumun, çimentonun, ağır metallerin, buharın ve hatta ışığın gücünden de yararlanmaya başlanmıştır. İnsan ile makine ilişkisi Sanayi Devrimi’nin ardından insanın doğaya hükmedişinin bir adım ötesine geçerek insana, insanlığa ve hatta zamana abanışının da en önemli stratejisi olmuştur. İngiltere’de başlayan buharın yolculuğu, pistonun farklı sanayi dallarında kullanılmaya başlanmasına, bu da üretimin metastazına ve temerküzün bir savaş stratejisi olarak kullanılmasına yol açmıştır.
Dünyanın ve ulusların kaderini artık sadece savaş stratejileri değil, içinde makinenin de olduğu ekonomik göstergeler ve yine ona bağlı teknolojik gelişmeler de belirlemeye başlamıştır. Öyle ki bu süreçte makinesi olan, makineye hükmeden imparatorluklar yeni sürece adapte olurken makineyi reddeden ve onun imkanlarından yararlanmanın yollarını bulamayanlar ya küçülmüş veya büsbütün ortadan kalkmıştır. Bu süreçte ya makineyi baştan beri kutsayan İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler veya ona sonrasında adapte olan Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin benzeri ülkeler imparatorluktan süper devletliğe yumuşak geçişler yaparken onunla arasında ciddi mesafeler bulunan Doğu Avrupa ve Güney Asya ülkelerinin çoğu “az gelişmişlik” tesmiyesiyle yaşamaya çalışıyor, Güney Amerika ile Afrika ise gelişmemişiliğin faturasını açlıkla, sefaletle, siyasal çalkantılarla ödüyor. Öyle ki makine, kendisini sevenlerin eli ayağı olurken, kendisine mesafeli duranlardan hesap soruyor, bir anlamda onları kötürümlüğe mahkum ediyor.
Makinenin tarihi pek çok bakımdan teknolojinin de tarihidir. Teknoloji, baştan beri bir insanı ötekine, bir toplumu diğerine mümayiz kılan en belirgin argümanlardan biriydi ve bu haliyle stratejinin pratiğe uzanan eli olarak kullanıldı. Bugün de maddenin manayı etkileme gücü, makinenin toplumu ve sosyal hayatı etkileme potansiyeline ciddi bir ışık sunmaktadır. Kaldı ki günümüzde hayatı en az siyasi söylemler, sosyal teoriler, sosyal bilimler kadar makinenin kullanılma biçimi, yani teknolojinin bizatihi kendisi dönüştürmektedir. İstatistik programlar makinenin cümleleri olarak düşünüldüğünde, bugün siyasetten sağlık bilimlerine, sosyolojiden psikolojiye, mühendislikten tarihe, hatta teolojiye kadar makineden istifade etmeyen hiçbir bilim uğraşı yoktur. Makinenin insan üzerindeki etkisi artık “etki”nin de ötesine geçerek bir nevi bir hayat-memat meselesine dönüşmüştür.
Bütün bu halleriyle makine, geçmişten bugüne, insan unsurundan sonra en önemli argüman olarak kullanılmıştır. Gölge, aslın peşini bırakmadığı gibi sahaya inerek asla, kendisini temsil ettiğine hükmetmeye, vekilliğini asalete dönüştürmeye göz dikmiştir. Savaşlarda önce kılıçlar kılıçlara dokunuyor, sonra bedenlere saplanıyordu. Şimdiyse önce robotların robotlara ateş etmesiyle başlıyor, robotların insana yönelmesi sonradan geliyor. Kullanılmasının faturasını acı bir şekilde çıkaracak makineler. Makineler cevap hakkını saklı tutuyor. Düşman kalmadığında makinelerin namluyu kime yöneltecekleri şimdiden belli… Ama oraya gelene kadar savaşı hep elinde makine olanlar kazanacak.