Çıkış Yolu 1: İnsan
Ayhan Bey’den devam edelim: Modernleşme sonrasındaki bütün büyük
devletlerin sistemi aynı ölçüde olmasa bile 5 temel ilke üzerine kurulmuştur:
İnsan, makine, malzeme, yöntem ve para; yani man, machine, material, methot,
money. Buna bir de yönetimi (management) ekliyor üstat ve 5 artı 1 diyor. Güçlü,
sağlıklı, kendine yeten ve hatta dünyayı domine eden bütün sistemler için
gerekli olan temel şartlar bunlar… Böylece insandan başlayarak topluma yayılan
büyük bir sistemden bahsediyor. Başlangıç ve yükseliş bu beş unsurun kendine
özgü vasıfları kurarak ve kendisi dışındakilerle sağlıklı bir ilişkiye girerek
gerilerinde duran akıl tarafından sevk ve idaresiyle başlıyor, birinin,
birkaçının veya hepsinin birden iflasıyla düşüşe geçiyor ve yok oluyor. Aslında
Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşleri’nde
de Tüfek, Çelik ve Mikrop’ta da hatta
biraz farklı bir bağlamda olsa bile Mukaddime’de
de medeniyet teorilerinin tartışıldığı eserler de üç aşağı beş yukarı
yükseliş-duraklama ve düşüş, kuruluş, gelişme ve tükeniş paradigmaları söz
konusu terimler üzerinden kendine anlam buluyor. Belki de “ne yapmalı” adlı
yolculuğa buradan, buradaki her bir kavramın kendi içsel ve dinamiklerini
tanımlayarak ve bunların birbirleriyle kurdukları ilişkinin yarattığı sistemi
tanıyarak başlamak gerekiyor. Belki de “çıkış yollarından” biri tam da bu beş
ilkenin içeriğinin doldurulduğu bir ders kitabının hazırlanmasıdır, kim bilir?
Yüce Allah, kendisinin yeryüzündeki temsilcisi olarak gönderse de insanı
belli sınırlılıklara tabi kılmıştır. Doğuşun kendisi dahil, bütün süreçleri
aslında dış şartlar tarafından, doğa ve ona bağlı mücbir etkenlerce
kuşatılmıştır. İnsanın burada yapıp ettikleri kendisine sunulan sınırlı
imkanları genişletmek, olanı olması gerektiği yöne sevk ederek sınırlarını
zorlamak, hayatı olduğundan daha yaşanabilir kılmanın çabasına girmektir. Yeni
bir gök yaratmak değil ama göğü temiz tutmak, olduğundan daha parlak gösterme
yollarını sanat üzerinden keşfe çıkmak. Ölümü öldürmek değil ama hayatı
olduğundan daha yumuşak hale getirmek ve ömrü uzatmak. Kötülüğü büsbütün
ortadan kaldırmak değil ama onun sınırlarını daraltmak, bulunduğu yere
hapsetmek, onunla arasına mesafe koyarak iyiliğin alanını genişletmek. İnsanı
yeniden organize etmenin çıkış noktası burası olabilir. Kendinden, doğadan ve
doğasından uzaklaşmış olan insanı teori kadar pratik bilgiler üzerinden yeniden
kurgulayan bir eğitim sistemine ihtiyaç var. Her durumda, başkalarından ve
devletinden yardım almasa bile kendi ayakları üzerinde durmanın üstesinden
gelebilecek, kendi kendine iş yapma becerisi gelişmiş ve sorunlarını halletme
konusunda ciddi perspektifleri bulunan, başka insanlardan yararlanmayı,
beleşçiliği, çıkarcılığı, kendisi dışındaki her şeyi koltuk değneği olarak
kullanmayı zül addeden yeni bir nesil kurmanın arayışına girmek de burada bir
başlangıç paradigması olarak gösterilebilir. Sağlam bir karakter kurgusu
kişilikli birey olmanın en vazgeçilmez ögelerinden biridir çünkü.
Her hikayenin başlangıç noktası insandır, insanın bizatihi kendisidir.
Her yolculuk insanla başlar, onunla sürer ve onunla biter. Şartlar, doğum
öncesi ve ölüm sonrasını sürece dahil ederek insanı aşkın bir varoluş alanının
tarafı kılar ve bütün bunlar düşünüldüğünde Mutlak hakikat nezdinde insan
“araç” olmanın ötesine geçmez. Tam da bu yüzdendir ki Yaratıcısı insanı
varoluşun aracına dönüştürürken onun varlık alanına da belli araçlar tevdi
etmiştir. Burada mesele insanın elindeki aracı kullanıp kullanamaması ile onu
nasıl kullandığıdır. Hiç görmeden de gidebilir, kötü ve iyi görerek de. Hiç
düşünmeden de gidebilir, iyi ve kötü düşünerek de. Araç, insanın elindeki bıçak
gibidir, ona el atılmadığı sürece, orada, o şekil kalan, insan eli dokunduğunda
yar kesici, yaralayıcı, yok edici bir işlevle veya neşter vazifesi görerek
iyileştirici, var kılıcı bir işlevle donanan, dolayısıyla insanın parlaklık
kazandırdığı, insanın şekil verdiği, insanın işlevini yeniden ürettiği bir
şeydir. İnsanın makineden önce gelmesinin sebebi budur. İnsanın makineye faik
oluşunun, makine karşısında insana değer verilişinin sebebi de… Tam da burada
insana bir amaç tahvil etmenin gerekliliği ortaya çıkmaktadır? Tolstoy’un
dediği gibi insan ne ile yaşamalı, dahası ne için yaşamalıdır? Daha çocukluk aşamasında
her insana yaratılış gayesi hatırlatılmalı ve bir amaç aşılanmalıdır. Üstelik
çevresindeki dinamiklerin hepsi de bu amaçla ilişkilendirilmiş olarak ona
gelmeli, onun tarafından kuşatılmalı, aile, eğitim, arkadaş çevresi, devletin
ilgili diğer kurumları bireye verilen amacı pekiştirecek bir zihniyet
atmosferini sürekli canlı tutmalıdır.
İnsan, yaratılmışlar içinde Tanrı’yı algılayabilen açık görüşlü tek
canlıdır. Öyleyse insan doğan insan kalmalıdır. İnsanın hayvanlaşmasından
korkmalıdır ve insanı ahlaksızlık hayvanlaştırır. İnsan kalmanın biricik yolu
ise ahlaktır. O’nun, doğrudan kendi nefesini üflediği, doğrudan kendi gölgesi
olarak sahneye sürdüğü muhteşem bir güç olarak insan aynı üfleyişin bir sonucu
olarak elbette devasa bir eyleme potansiyeline, kötüyü yapma konusunda da
diğerleriyle karşılaştırılmayacak derekede bir yıkma içgüdüsüne sahiptir. Bütün
inşa hareketlerinde insanın birinci sırayı alması, Allah kelamının bile onun
üzerinden görünür kılınması bununla ilgilidir. Bu, kutsal metinlerdeki
“halifelik”ten başlayarak “her şeyin ölçüsü insandır” felsefelerine kadar
insanın neredeyse bütün öğretilerde merkeze yerleştirilmesinin de teorik ve
felsefi gerekçesidir. İlhamını Tanrı’dan almayan hiçbir insani eyleme biçiminin
doğruya ulaşmayacağının garanti edildiği yer de burasıdır. İşte burada,
koordinatını belirlemiş, iş yapma becerisini garantiye almış, belli bir amaca
yönelmiş insanın bütün bunları yaparken ahlak ölçüsünü gözetmesi devreye
girmektedir. Yaptığı, söylediği, yazdığı, eylediği her ne varsa hepsinde ahlak
ölçüsünü gözeten bir insan modeli ciddi bir kazanç olacaktır. Ve bu modelin,
yönetimin en üstündekilerden başlayarak aşağıya kadar bir ahlak zincirine
dayanması gerekmektedir. Teorik değil ancak pratik ahlak insan cildinden içeri
girebilir. İnsanın söylediği ile yaptığı arasındaki makas açıldıkça ahlak
yukarıdan aşağıya zaafa uğrar ve toplum çürür.
Bilinmeli ki insan olmak için Müslüman olmaya gerek yoktur ama Müslüman
olmak için mutlaka insan olmak gerekir. İyi insan yetiştirilmeden iyi Müslüman
yetiştirilmeyeceğine göre bütün sistemin ahlak kablolarıyla döşenmesi gerekir.
Aydınlığa çıkış yolunun birinci aşaması burasıdır.