Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
35.02
Gram Altın
2460.26
BIST 100
9823.92
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Nisan 2021

Çiçeklerin yurdunda bir hal var…

Hangi dostumu arayacağımı unutur, karıştırır olmuşum. Biri o hastanede, diğeri bir başka hastanede, birinin durumu ağır, diğeri daha da ağır, bir diğerinden haber alamıyorum. Biri yoğun bakımda kim bilir hangi nefesi almak için ciğerlerini parçalamakta. Vitrinlerin, maç skorlarının, kuru kavgaların hiçbir anlamı kalmamış. Bu aralar mevsimlik işçi gibiyim. Bir o yana bir bu yana. Akıl akla hizmet etmiyor gibi bir hâl.

Çocuklarımız eğitim alamıyor, insanlar çeyizlik çeyreklerini, yirmi yıldır kıt kanaat biriktirdiği bileziklerini birilerinin hırsı için kara borsalarda kaybediyor. Kim bilir kimin nerelerde içli içli gözyaşları biçare salınıyor. Çağ, alışık olmadık bir sosyopatlığa maruz. Herkes hayallerine çaresiz. Ömür bitkin. Bu çağın tebessümleri kadar sığ bir örnek verebilir misiniz. İnsan, levh-i mahvuzda yazılan bütün kederlerin kölesi gibi bu dem. Soluksuz bir mitin hancısı mı, yoksa bir masalın en gereksiz figüranı mıyız, figüranı modundayız sanki bu dem. Herkes düşlerden fırlamış gibi, bu alametler normal bir aklın davranışı olamaz. Zihinler tıklım tıklım gereksizliğin yosunlarıyla mahpus. Beti benzi sararan evrenin sıcak ayazlarını göremiyor musunuz. Çivisi çıkmış demem, çivi pas tutup sinelere saplanalı beri, genzimiz ölü kokusuna maruz.

Artık anlayamıyorum insanların bakışlarını; ama gidişata dair bir fikrim var: İş, iş olmaktan çoktan çıkmış. Beyinler sinir harbinde. Olması gereken her olası olanak, olmaması gereken zeminde kendine vücut bulmuş. İnsan ve kâinat, ölüm dirilişinde. Bu hüzün başka türlü açıklanamaz. Bu kendinden gayrı her şeye benzeyişin başka izahatı olamaz.

Bir durup düşünsek sadece bir tek an, bir tek defa bile. Akıldan sıyrılmış, sonsuzluk çölünün içindeki bir tek ağaca toslayışımızın farkına varabiliriz. Her an beynimizin merkezine sinsince saldıran sızıyı dindirebilir, kalbimizin o heybetli hissiyatına ne olduğunu belki artık anlayabiliriz. Ama buna dair bir gayret yok. Varsa yoksa gelecek kaygısı, bugünü yaşamadan yirmi yıl bitirilemeyecek taksitlere köle olma hastalığı. Ilık rüzgârların okşadığı o saadeti kim artık görüyor, duyuyor, biliyor, fark ediyor ya da hissedebiliyor.

Çiçeklerin ülkesini, maddiyatın karanlık zevaline nasıl terk etmişiz. Taksitler, trafik, maskeler, dezenfektan kokusu, insan vurdumduymazlığı, hayat kaygısı, çocuklarının bezini alamayanlara karşılık, damarlarında milyarlık vurgun dalgasıyla dolaşanlar. Beynin kalbe muhalefeti. Teneşir ve musalla yoğunluğu. Kefenin cebi yok. Deniz fenerleri çalışmıyor. Hastane kantinlerinin tıka basa mesaisiyle morgların yoğunluğu aynı hızda. Ağıtlar. Feryat ü figan. Umursamazlık. Beton, betonlaşmış sefil yaşamlar. Hormonlu hayatlar. Mazlumların harabe olmuş hayalleri. Metruk gayeler. Çiçeklerin yurdunda bir hâl var. Çiçeklerin ülkesinde bir hâl var.

‘‘Olur mu dünyaya indirsem kepenk. Gözyaşı döksem Nuh tufanına denk.’’