Çiçeklerin Kalbi
Soğuk geceye karışan yalnızlık
yüzünden okunuyordu. Güneş her sabah nice kalbin umut taksimatını yaparken yarı
açık bakan mahmur gözlerle perdenin aralığından düşen ışığa baktı. Yorgundu ama
bu, onun umurunda değildi. Yalnızdı ama bunu düşünmüyordu. Yapılacak çok iş
vardı ama bu da sıkıntı değildi.
İçini kemiren, içini oyan tek
düşünce... İçli, nağmeli ve mahzun şarkıların biriktiği yerden başlayıp tüm
vücudunu saran sızı...
Kalkıp kalmamakta tereddüt etti.
Kalktı, aynanın karşısına geçti. Aynanın tozlanan yüzünü silmeden kendi yüzüne
baktı. Uyanmıştı ama utanmıştı da. Aynayı silse yüzünü daha belirgin görecekti,
belki de yüzleşmiş olacaktı böylece. Cesaret edemedi. Eliyle yüzünü yokladı,
saçlarını düzeltti. Musluğu açtı, suyun akışını izledi. Biraz soğumasını
bekledi. Sonra soğuk suyu yüzüne çarptı, ensesine sürdü. Birden titredi, tenine
değen soğuk su ile kendine gelmiş gibiydi. Yüzünü kurulamadı. Yüzünde kalan su kabarcıkları
damlalar halinde iniyordu. Bunlara bir de gözyaşları karıştı. Sonunda bu da
olmuştu. Ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bu iyi gelebilirdi. Ağlamak
anlamaktı. Onu anladığını düşündü ve ona hak verdi. Şimdi onun için ağlıyordu.
Aslında çok ağlardı ama uzun zamandır ağlamamıştı. Kalbinde gizlediği her yara
kabuk bağlamıştı. Ağladıkça gözyaşları içine akıyor, gizli yaralarına merhem
oluyordu. Perdeyi açtı. Bahçeyi izledi. Çiçeklerle göz göze geldi. Kuş
seslerini dinledi. Simit satan çocukların seslerine kulak verdi. Sokakta ne
kadar ses varsa duyuyordu ama içinde biriken ve biriktikçe kale duvarları gibi
saran sesler öyle yükseliyordu ki bu duvarları aşmak zordu. Her ses yüzüne
çarpıp dönüyordu. İçinde nice göller, denizler vardı. Her sabah olduğu gibi
yine aynı şarkıyı dinlemek istedi.
“Bu hayat da bizi böyle
yakamızdan tutacaksa/‘Hadi böyle yaşa’ derken kalbimize sormuş mu?” Şarkının bu sözlerini durdurup tekrar tekrar
dinliyordu. Dinledikçe aynı soruyu soruyordu: “… kalbimize sormuş mu?”
Kalbini yokladı. O da yorulmuştu.
Dinmek bilmeyen sızıların sardığı kalbi birkaç asır yaşamış gibi yorgundu.
Ruhunun sesini dinledi. Salona geçti. En sevdiği çiçeği köşede duruyordu. Biraz
su verdi. “Nasılsın?” dedi. Çiçeğin
yüzünü güneşe döndürmek istedi. Çiçek bunu istemedi. “Senin yüzüne bakmak
istiyorum.” dedi. Öyle yaptı, çiçeğiyle yüz yüze idi. Onun da hüzünlü olduğu
belliydi, bembeyaz yaprakları yavaş yavaş sararmaya başlamış, alt dallardaki
solgunluk yayılıyordu. Belli ki evdeki havadan o da etkilenmişti. Çiçekler
hakkında okuduklarını hatırladı.
Çiçeklerin kalbi hassastır,
onların bulunduğu ortamda eğer ağır ve hüzünlü bir hava varsa bundan
etkilenirler. Her varlığın bir hissiyatı, dili ve ruhu vardır. Çiçekler ise
insanlara en yakın varlıklardır. Onları sevdiğinizde açılırlar, kokladığınızda
mutlu olurlar. Tenleri daha parlak olur.
Tatlı bir tebessüm ile çiçeğine baktı.
İyi ki buradasın, iyi ki benimlesin, dedi. Uzun süredir bu kadar yakın
olmamışlardı. Ona derdini açacaktı ama bir taraftan da endişeliydi. Çiçeğinin
renginin tamamen solmasından korkuyordu. Çiçeğini çok seviyordu, kendisi için üzülsün
istemiyordu. İhmal etmişti onu. Bir çiçek ihmal edilemez! Evet, bunu tekrar
tekrar söyledi kendine. Çiçekler ihmale gelemezdi.
Telefonuna baktı. Gönderdiği hiçbir mesajın görülmemiş olmasına çok üzülüyordu. Bu nedenle mesajları gönderiyor, ardından bakamıyordu. Ya üzüleceği bir cevap almış olacak ya da mesajı yine görülmemiş olacaktı. Kalbi dayanamıyordu. İçini kemiren sorulara cevap bulamazken kalbinin üstüne dağlar kadar yük biniyordu. Çığ altında kalmışçasına korku ve endişe sarıyor, çıkılması güç bu girdaptan çıkmayı düşünüyordu. Telefonunu eline aldı. Son kez bir mesaj yazacaktı. “Yazgımızdan niçin biz mesul olalım ki?” diye düşündü. Şarkısını bir daha dinledi. Ve son mesajı yazdı. “Çiçeğimin kalbi nasıl?” Mesajı gönderecekti ki kendisi bir mesaj aldı: “Çiçekler su ile değil, sevgiyle yaşar.”