CHP’nin servet savaşı
Ardında parti, bürokrasi, teşkilat bilmem ne torpili olmayanlar için zor bir ülkedir burası. Tırnaklarınızla kazıya kazıya, mücadele ede ede, duvarları yıka yıka ilerlersiniz. Kendimden biliyorum.
Eğer genel kabul görmüş resmi ideoloji cenahında çadır kurmuşsanız villaya kadar uzanan refah, zengin, kıyak bir hayat sizi bekliyor olacaktır.
Bana “1950 ile 2020 arasında olan bitenleri bir cümleyle özetler misiniz” deseler; “Elli yıldır tek bir kesimin/Kemalistlerin tekelinde olan devletin kaynakları son yıllarda toplumla paylaşılmaya başlanmıştır” derim.
Asıl kıyamet de buradan koptu. Devleti kaynak olarak gören bu topluluk Kemalizm adı altında son elli yıldır servete çöküyor. Bu ülkede hazine ne vakit dolsa darbe olmuştur.
Anlayacağınız son elli yıldır elden gidilmesinden korkulan şey laiklik değildi sahip oldukları servet, güç ve nüfuzdu.
28 Şubat’ta rahmetli Erbakan kredi musluklarını kesince, medya patronları ertesi gün “ yetişin, laiklik/rejim elden gidiyor” şeklinde manşetlerini çoktan döşemişti bile. Erbakan’ı indirdikten sonra hazineyi nasıl çarçur ettiklerini anlatmama gerek yok.
1980’li yıllarda ANAP, alkollü içki reklamını televizyonda yasaklayınca bir bira firması gazetelere Atatürkçülük elden gidiyor diye boy boy ilanlar vermiş, orduyu göreve davet etmişti.
Anlayacağınız meseleleri ne Atatürk idi ne de laiklik, asıl mesele; servetin bir yerde toplanmasıydı.
İsterseniz biraz daha açayım;
Bir kısmı Rusya’da bir kısmı Almanya ve Fransa’da yüksek tahsil görmüş olan aydınlar Atatürk’ten sonra Atatürk’ün merkez alındığı elitist, dogmatik ve her türlü eleştiriye kapalı bir ideoloji kurguladılar.
1930’lu yıllarda Kemalizm yoktu mesela. İlginçtir, Demokrat Parti’nin ayak seslerinin duyulmasıyla birlikte Kemalizm diye bir ideoloji geliştirildi ve CHP tarafından yaygınlaştırıldı. Neredeyse dinsel bir inanç haline getirildi.
Atatürk, “köylü milletin efendisidir” derken Kemalist ideolojiye göre onlar Hasso, Memo, yobaz, gerici, cahil, işe yaramaz yani tek vazifesi bu ideolojiye gelir getiren bir aparat olarak görüldü.
Şunu demeye getiriyorlardı. Yakup Kadri’nin Yaban adlı romanında “yontma taş devrinden kalma mağara insanı” olarak görülen “halk” nasıl olur da muasır medeniyetler seviyesine çıkmış olan modern bir devleti yönetebilir?
Şimdi anlaşıldı mı, AK Parti iktidarını neden istemedikleri? Nasıl olur da devletin kaynaklarından köylüler de, dindarlar da faydalanabilir. Oysa dindar demek aynı zamanda köylü, fakir, aydınlanamamış, cahil bir kesim!
Bu sebeple devleti mutlak anlamda hükmedecek bir vesayet sistemi tesis edilmeliydi. Ülke servetinden de sadece bu ideolojiye mensup, yazar, sanatçı, sinemacı, aydın, siyasetçi ve bürokrat faydalanmalıydı.
Toplumun geri kalanına ise hizmetçi/köle gözüyle bakılmıştır. Yani; Kemalizm üzerinden yürüyen CHP bu ülkede her şey demekti.
Yasama, yürütme ve yargıyı elinde bulundurmanın yanı sıra, devletin elindeki ekonomik kaynaklara hükmetmekti asıl amaçları. Film ilk kez Demokrat Parti’nin yönetime gelmesiyle birlikte koptu.
Atatürk’e rağmen ondan sonra tedavüle sokulan Kemalizm ile ülke servetinin tek elde toplanması arasındaki bağlantıyı artık masaya yatırmanın vakti gelmedi mi?
Yani bu insanlar “Dini siyasete alet etmeyin” derken diğer taraftan Atatürk üzerinden ticaret yapıyor. Büyük paralar kaldırıyorlar. Refah ve zenginlik içinde yüzüyorlar.
Bu ülkedeki kavga; eskiden olduğu gibi devlet kaynaklarını kendi zenginliği, gücü ve nüfuzu için kullanmak isteyen bir avuç elitist ile bu kaynakları halkla bölüşmek isteyen Erdoğan ve onu destekleyenler arasında cereyan etmektedir.
Florya’da, Çamlıca’da ve ülkenin en nezih yerlerinde halktan kopuk pahalı sofralar kuran elitist tayfa bu mekânlarda halkı görünce olanlar oldu.
Bugün biri çıkıp diktatör Erdoğan saray rejimi veyahut yandaş yazarlar vs. diyorsa bilin ki o, eski, ayrıcalıklı, zengin, nüfuzlu konumunu geri istemektedir.
Erdoğan hazımsızlığının yegâne nedeni işte budur. Onun dindar bir başkan olması ve ülkenin servetini milletin lehine kullanmasıdır.
Bu konuyu işlemeye devam ederiz…