CHP'nin imkan(sızlıkları)ı
Geçen Çarşamba ve perşembe günü yapılan kongre sebebiyle CHP tekrar gündeme geldi. Aslında Baykal'ın yerine ikame olmaya çalışan Kılıçdaroğlu'nun genel başkan olmasından itibaren, tekrar iktidar olması için motive edilmeye çalışılan CHP'ye büyük misyonlar yüklenmeye çalışılıyor. Bu yazıda CHP'nin imkan(sızlıklar)ına dair kısa bir tartışma yapmak istiyorum.
Yaşım kırk iki. Türkiye'nin siyasi tarihinde 70'li yılların sonuna çocuk yaşta ulaştım. Henüz ilkokul 4. ve 5. sınıfta iken sokakta oynadığım yıllarda aklımda kalan yegane şey, terör ve kavgaydı. 80'li yılları ve daha sonrasının siyasi hayatını, ilk gençlik ve olgunluk yaşlarıyla birlikte tecrübe ederek kavradım. CHP, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e doğru yaşanan değişim ve dönüşümler içerisinde, başından bu yana batılılaşmacı tezleri hem dışsal hem de muhteva olarak savunageldi. Bunun hem düşünsel referansları hem de politik duruş ve tavır alışlarla yakından ilintisi vardı hiç kuşkusuz. Öncelikle genel anlamda bir Aydınlanma projesinin Müslüman topraklarda kendisini ifade eden biçimiydi. Zaten Osmanlı'da saraydan başlayan bir hareket olarak modernleşme, toplumda "hayranlık" ile "nefret" arasındaki, gerilim içinde, giderek gündelik hayata sızmaktaydı. CHP'nin batılılaşmacı yöneliminin bir yandan "resmi" olan, diğer yandan da keskin bir yerden başlangıcı ile kemikleşmiş yapısı, onu daha sonra kendisini sıklıkla refere edeceği "halk"la olan temas noktalarını zayıflatmıştır. Bugün bile CHP'nin özgürlük adına ortaya koyduğu her söylemin karşısına birden geçmişi çıkarılmaktadır. Özgürlük adına en iyi stoku olarak 1961 Anayasası'na olan referansı, toplumsal hafızanın bir önceki yılı hatırla(t)masıyla yeniden sorunsala dönüşmektedir.
CHP'nin "sol" bir çizgi üzerinde tebellür etmesi, bilhassa din ile ilişkilerini belirlemede pratik tavır alışlarla birlikte etkili olmuştur. Zaten Aydınlanma projesi, Tanrı'ya ihtiyaç duymadan insanın imkan ve enstrümanlarıyla dünyayı yeniden inşa etme teşebbüsüydü. Ancak CHP'nin ayırdına var(ama)dığı şey şudur: Bir dine ya da Tanrı'ya inanmak başka bir şeydir, siyasi parti olarak üzerine tezler geliştirme yükümlülüğü taşıdığınız ülkenizin insanlarının yaşam tarzlarına saygı duymak başka bir şeydir. Dolayısıyla başörtüsünden İmam Hatip liselerine kadar "dini" olarak etiketlenen bir çok soruna, Türkiye'nin bir siyasi partisi olarak CHP, özgürlükçü yaklaşmak zorundadır. Türkiye siyasetinin tipik reflekslerinden birisi de, insanların dini inançları konusunda otantisite tartışmasına girerek siyasetin doğasını da teolojik hale getirmek olmuştur.
CHP'nin bugünkü görüntüsü şudur: CHP kendisini sıklıkla refere ettiği halkın her türlü sorunlarından mesafe almış; "dini" olan şeylerle barışık olmayan ve bu çerçevede özgürlükleri de savunmayan; hatta tam tersine totaliter tutum ve refleksler geliştirerek kendi üzerine kapanan; elitist ve seçkinci bir tavır geliştirerek, genlerinin gerektirdiği şekilde alt sınıfları ve ezilenleri mobilize etmeye uğraşmayan ve hatta onlara yabancılaşmış bir portre çizmektedir. CHP'nin öncelikli ihtiyacının bir perspektif dönüşümü olduğu açıktır. Bununla kendisini refere ettiği "sol"dan mesafe alması gerektiğini savunmadığım gibi, "dindarlaşma"sını falan da talep ediyor değilim. Ancak CHP'nin kendisini "antropolojik bir vaka" olmaktan kurtarması, Türkiye'ye katkı yapabilmesi, en başta yaşanan krizi imkana çevirmek için bazı dönüşümleri gerçekleştirebilme cesaretine bağlıdır. CHP'nin birinci ihtiyacı, statükocu reflekslerden bir an önce kendisini kurtarmasıdır. Daha öncesi bir yana, CHP, on on onbeş yıllık zaman sürecinde merkezdeki statüko etrafında tavır almış, siyaset dışı tüm enstrümanları kullanırken statükoya yaslanmakta hiç tereddüt göstermemiş; böylece kendi imkan ve sınırlarının bu kapalı devre içerisinde belirlenmesine izin vermiştir.
Doğrusu CHP'nin ezilmişler, ikinciller, bastırılmışlara doğru olması gereken fıtri eğiliminin zayıflaması, onun "ne"liği konusunda ciddi analizleri gerektirmektedir. Çünkü "halk"la olan geçirgenlik ve temas kaybedilerek, işlevleri zaafiyete uğramış görünmektedir. Bir başka deyişle, ya halk artık CHP tarafından terk edilmiştir (tabii bunun karşılığı olarak halk da onu terk etmiştir) ya da "halk"ın tanımı değişmiştir. Tabii burada çok önemli bir nokta var: CHP büyük bir yanılgı içerisinde kendi geleceğini, statükocu eğilimlere bağladığından, söylem ve refleksleriyle kendisini statüko ile tevhid etmeye devam etmektedir.
Gerek tüzel bir kişilik olarak CHP, gerekse bu parti içerisinde siyaset yapan insanlar, tabii ki bir dine inanmak zorunda değildirler. Fakat CHP'nin ve CHP içinde siyaset yapanların, bu ülkenin bir gerçeği olarak İslam'ı, dindarları görmezden gelme, dikkat almama, onların sorunlarını göz ardı etme hakkına sahip olmadıkları gibi, özgürlükleri sahiplenme, sorunları çözmek için öneriler sunma mükellefiyetleri bulunmaktadır CHP, burada özgürlüklerin önünü açıcı bir tavır göstereceğine, tam tersine davranarak yapılan düzenlemeleri de, yargı yoluna başvurarak özgürlüklerin önünde engel olmaktadır.
CHP, aslında en fazla söz söylemesi gereken alanlardan kaçarak, hayati tüm alanlardan çekilmiş görünmektedir. Dolayısıyla onun statükocu refleksler ve birkaç sendika hareketleriyle sınırlı şekilde tanımlanması, ciddi bir kayıptır kendi adına. Özgürlük ve adil paylaşım başta olmak üzere bu alanlara değmekten kaçındığı sürece, bu alanın sürekli aleyhine daraldığını seyretmekle yetinecektir. Bunun için "din"le ilişkilerinde de sahih bir bağ kurmaya ve bir perspektif dönüşümüne ihtiyacı vardır. Öyle ki, Türkiye siyasetinin krizinde ümit haline gelinceye kadar bu dönüşüm devam edebilmelidir. CHP, neye inanırsa inansın, ama "durduğu yer"den haksızlıklara itiraz etsin ve epeydir uzak durduklarıyla bir buluşsun. Peki başarabilir mi? Bunu zaman gösterecek.