Ceza Kolonisi'nde özgürlük arayışı
“...Kuşkusuz ki ne yargılama adilceydi, ne de infaz insancaydı.” Kafka- Ceza Sömürgesi
Adorno’nun işaret ettiği gibi; “Anadili insanın anavatanıdır.” Anadili işgal edilmişse vatanı da
işgal edilmiş demektir. Dili işgal edilenin zihni melekeleri, benliği, bilinci
ve kültürü de işgal edilmiştir.
O yüzden Kazakistan Cumhurbaşkanı
Tokayev’in on dakikalık millete sesleniş konuşmasının tamamını Rusça
yapması ve Rusya’dan yardım dilenmesi neyse Özgür Özel’in Orta Çağ benzetmesi, TTB’nin yerli aşı karşıtlığı ile
ülkesini yabancı işgal güçlere şikâyet eden siyasetçilerin durumu odur.
Oysa Nietzsche, “Deccal”adlı
eserinde İslam kültürünü, önünde diz çökülmesi gereken asil bir kültür olarak
görür.
Ona göre her şey 19.
yüzyıl akılcılık felsefesinin Tanrı’yı öldürerek yerine aklın
Tanrısallaştırmasına yer vermesiyle başladı. Dolayısıyla hayata dair her
şeyin bilimle, kesin bir dille ve despotça dayatıldığı bir ortam tesis edildi.
Ne olduysa da ondan sonra oldu, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’da ifade ettiği gibi uygarlıkla
beraber insanlar kötü, iğrenç birer cani oldular.
Aslında tam bir akıl tutulması yaşadı insanlık. Çok ciddi
kültürel kıyımlar gerçekleşti. İnsanları dişlileri arasında ezen, sömüren hiç
de adil olmayan devasa korkunç bir makine icat ettiler.
Yeri gelmişken isterseniz yazımıza Kafka’nın “Ceza Sömürgesi” adlı öyküsüyle devam edelim.
“Mahkûm köpek gibi
itaatkâr görünüyordu, öyle ki insan onu etraftaki tepelerde serbestçe gezinmeye
salabilir infaz başlamak üzereyken de bir ıslık çalarak geri getirebilirdi
sanki” diyor Kafka, henüz öyküye başlarken.
Bu benzetmenin size
yabancı gelmediğini biliyorum. İnsanların salgın bahanesiyle nasıl itaatkâr
kölelere dönüştürüldüğüne bizzat şahit olmadık mı?
Kafka, amirine saygısızlık suçundan yargılanmadan mahkûm
edilen ve alet adı verilen korkunç bir makinede infaz edilecek olmasını konu
alan bir öyküyü alegorik bir anlatımla biz okurların dikkatine sunuyor.
Öyle bir alet ki bu tırmıklar iğnelerden oluşuyor ve
mahkûmun hükmü bu iğneler ile vücuduna yazılıyor.
Subay, bir taraftan
gezgine üniforma aşkını ve eski komutana olan bağlılığını anlatırken diğer
taraftan infaz makinesini hayranlıkla ve tüm detaylarıyla açıklamaya çalışır.
Ceza Sömürgesi’nde yasanın ne olduğunu bilen yoktur. Tam bir
itaat kültürü oluşturulmuştur.Horkheimer’in
ifadesiyle, zihnin giderek bir biçimsel akıl otomatına dönüştüğü bir dünya
kurulmuştur.
Buradaki makineyi mevcut dünya sistemine benzetebiliriz.
Subay iseErich Fromm’un“Yeni Bir İnsan
Yeni Bir Toplum”adlı eserinde dediği gibi;
Beyinlerinibir lidere teslim eden, bu liderin kendi
düşüncelerini dile getirdiğine inanan, ona ait düşünceleri de kendi
düşünceleriymiş gibi benimseyen ve kendi elleri ile ürettiklerine taptıkları
için putperestlere benzetilen modern zaman insanlarına benziyor.
Bu şekliyle subayın
makineye olan düşkünlüğü ve eski komutanına bağlılığı günümüz insanının küresel
kapitalist sisteme ve kurumlarına(BM, WEF, DSÖ, IMF vs) olan bağlılığını,
itaatini göstermesi bakımından manidardır.
Bağımlı, uyumlu ve kendi fikirleri olmayan kitle insanı… Freud’un, Le Bon’un Kitle Psikolojisi
adlı eserinden hareketle tanımladığı gibi“kendisine
telkin edilen belli davranışları gerçekleştirmek için karşı durulmaz bir içgüdüsel
zorlamayla harekete geçerler…”
Eski komutan bana kalırsa bugünkü küresel teknokratik sınıftır.
Dostoyevski, tam da bu noktada şöyle bir sorar;İnsan iradesinin bu denli düzeltilmeye
muhtaç olduğu kararını neye göre veriyorlar? Dünyayı ceza kolonisine
döndürenler tabi ki.
Her şeye rağmen neticede insan tarafından üretilen, insan
yapımı bir makine/sistem bozulabilir. Yeter ki bizler hür irademize sahip
çıkalım ve birlik olalım.