Dolar (USD)
34.61
Euro (EUR)
36.32
Gram Altın
2918.16
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Aralık 2020

Çeyrek Asır Öncesini Özlemek!..

Sağ olsunlar, sosyal medyada bir fotoğrafımızı paylaşmışlar.

Çeyrek asır öncesinden.

Rahmetli Hasan Karakaya Ağabey, o vakitler “Doğan Gazetesi”nde yazan bir şahsın attığı korkunç “iftira”dan dolayı, günlerce yatırılmış…

DGM’lik olmuş…

*

Orada, Merhum Hasan Karakaya ve bendeniz.

O içerilerde, bendeniz kapılarda…

Ne süründürülmüştük.

*

28 Şubat.

Ve daha öncesi…

Bugünleri getiren o günler…

*

Geçmiş zaman olur ki…

Bu fotoğrafı biz de paylaşınca…

Yorum yağdı.

O günlere özlem.

Nice vatan evlâdı o günleri özlediğini yazmış.

“Nesini mi özlemeli” o günlerin?

Evet;

Sıkıntı diz boyuydu, akıl almaz yasaklar vardı.

Yiğidin bugünkü gibi harman olduğu değil az bulunduğu zamanlardı.

Evet böyleydi.

Amma velâkin yiğitler de tam yiğitti!..

Ah o “hasbilik.”

O “Ömer Ruhlu”lar.

Her şey başkaydı o vakitler; gazetecilik de başkaydı.

Biz işimizi “salt iş olsun” diye yapmazdık.

Yüreğimizle yapardık.

Mustafa Karahasanoğlu Ağabey’in önderlik ettiği küçük bir ekip, “Saat kaç olmuş olmamış, eve geç kalınmış kalınmamış” hiç aldırmaksızın “Ya Allah” diye çalışırdı.

O günlerde okuyucularımızla etle tırnak gibiydik.

Başımıza bir sıkıntı geldiğini duydukları an, öyle telefon etmekle de yetinmez, Anadolu’nun, hatta dünyanın dört bir yanından atlayıp gelirlerdi.

Habere otomobille gitme lüksüne sahip olduğumuz günler çok sınırlıydı.

Çoğu vakit belediye otobüslerini kullanırdık.

Yakın mesafelerde yürümek, “36 lık filmi kestire kestire” en az üç haberde kullanmak, sıradan şeylerdi.

Servisin bütün haberlerini tek tek okur, o kırık dökük daktilolarda düzeltir, öyle sunardım Yayın Kurulu’na…

Ben de ayda en az 8 “özel manşeti” çakardım, ayıptır söylemesi.

O günlerde, bırakın şimdiki gibi “Cumhurbaşkanı”na alabildiğine “diktatör” demeyi, “ima yoluyla bile olsa” bir şeyler yazsanız başınız belâya girerdi.

Hukukçumuz Ali İhsan Karahasanoğlu Ağabey’in odası, ağzına kadar “mahkeme kâğıtları” ile doluydu.

Ne baskınlar, ne saldırılar oldu.

Bizim için hava hoştu o günlerde, bugünkü gibi “at izi it izi birbirine karıştı” mevzuları da yoktu.

Saflar netti.

Dedik ya, bizler “Ya Allah” diye yüklenirdik kalemlere, klavyelere, deklanşörlere…

O günlerde, “hasbî siyaset adamlarımız”la iyi paslaşırdık.

İçlerinden bazıları, bizlere dosya dosya malzeme ulaştırırlardı.

Refahçılar, Büyük Birlikçiler, Yeniden Doğuşçular.

Rahmetli Necmettin Erbakan, Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, Rahmetli Hasan Celal Güzel
Ve Hakk’ın rahmetine kavuşan niceleri…

Allah hepsinden razı olsun.

O günlerde, devletin çeşitli birimlerinde, kıyıya kenara atılmış nice kardeşimiz vardı.

Onlar da büyük bir aşkla çalışır, bize destek verirlerdi.

Şükranla anarım hepsini.

*

O günlerde…

“Sivil toplum örgütlerimiz” vardı.

Onlar gerçekten de “sivil”diler.

İmkânları bugünle kıyas kabul etmeyecek ölçüde dardı ama yüreklerinde bitmez tükenmez heyecanlar vardı.

Şimdi onlar, nice muazzam maddî imkânlara kavuşmuş olarak, yine varlar.

Ama sanki yoklar!

Merak eden de yok gibi, hangi konuda ne diyorlar diye.

O günlerden Rahmetli Mustafa Başoğlu’nu nasıl unuturum?..

Zamanın kendisine Başdanışmanlık vermiş Cumhurbaşkanı’na “Haksızlık yapıyorsunuz!” diye yüklenmiş…

Bunun bedelini de ödemişti.

Rahmetli Mustafa Başoğlu Ağabey, şimdi; Rahmetli Muhsin Yazıoğlu Başkan ile yan yana yatıyor.

Ankara, Hamamönü’nde…

Merhum Mehmet Akif Ersoy’un manevi hatıraları ile dolu Tacettin Dergâhı’nın tam yanında, imkânı olan ziyaret etsin lütfen.

Kendisiyle oturup konuşurduk uzun uzun…

Derdi ki;

“Bana vekillik yolunu açan zattır Sayın Cumhurbaşkanı. Beni Başdanışman da yapmıştır. Ama inancım, ülkem, milletim benim için her şeyden önce gelir. Yapılan haksızlıklara göz yummam elbette mümkün değildir!

*

Rahmetli Erbakan Hoca’nın “Kaymak dünyada yenmez, kaymak Cennet’te yenir!” cümlesi kafamın bir yerinde.

Rahmetli Muhsin Başkan’ın, gülümseyerek, “Bu Doğan medyası bana o kadar çok iftira attı ki… Bizim avukat dava açtı, kazandık. Paramızın kalmadığı anda imdadımıza yetişti. Oradan gelen tazminatla parti binamıza bütün kış boyunca yetecek kadar doğalgaz aldık!” dediği günler.

Sayın Erdoğan ile diğer “Milli Görüş Belediye Başkanları”nın, önlerine çıkartılan her türlü engele rağmen, fırtına gibi estikleri günler.

Yasaklara direnişin yarım ekmek arası peynir, domateslerle sürdürüldüğü günler.

Maziye bir bakıver…

O günlerde, “kadın, erkek ayrımcılığı” yoktu aramızda, şimdilerde “nice eski mağdureyi” bile etkisi altına alan “dilden ve tavırlardan” eser yoktu.

Bir “Hak Davası” .

“Tesettür” inancın simgesi.

“Tesettürü” hedef alanlar esasında İslam’ı hedef alıyorlar…

O kadar!..

O günlerde tesettür daha fazla tesettür idi.

Daha çok dikkat çekmenin değil, daha az görünür olmanın vasıtası idi.

Çok şey yazabilirim aslında…

O kadar çok şey yazabilirim ki…

Nice kardeşim, “Keşke o kadarını da yazmasaydın!” der.

Derdimi ya anlatamam ya da yanlış anlatırım.

Öyle şeyler görüyoruz ki, öyle yaman haller yaşıyoruz ki…

Ve, 25-30 yıl öncesinin “hasbiliğini” öyle özlüyoruz ki…

Kalabalıklar içinde yalnızlar olmanın…

Gönlümüzce “Durun kalabalıklar!” diyememenin sıkıntısını öyle yaşıyoruz ki…

O kadar olur!..

Biz böyle düşünürken, bazı kardeşlerimiz de, “Niçin ortaya çıkıp, şöyle esip gürlemiyorsunuz eskisi gibi?” diye sormaz mı…

Yok…

Ben “şimdilik” almayayım.

Ya anlaşılmamak var işin içinde, ya da yanlış anlaşılmak.

Kaş yapayım derken göz çıkarmak.

Kalbimi dinliyor ve dinlendiriyorum kardeşlerim.

MİLAT’’ta.

Bu güzel kalpli insanların arasında…

Kalbimi dinleye dinleye…

Gidiyorum gündüz gece.