Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Haziran 2021

Çevreyi Çürüten İnsanın Salyasıdır!

Ormanların tahrip edildiği, su kaynaklarının azaldığı, iklim değişikliğinin hayatımızı kökten değiştirdiği, denizlerin ve toprağın çürüdüğü, kirliliğin çevreyi, doğayı ve insanı boğduğu günlerden geçiyoruz. Marmara Denizi’nde ortaya çıkan müsilaj (deniz salyası), çevrenin, doğanın ve denizlerin çürüdüğünü ve öldüğünü gösteren sarsıcı bir gelişmedir. Çevre ve doğanın çürümesinden ve ölmesinden daha büyük bir tehlike yoktur. Paul Ehrlich’in dediği gibi, “Doğa insan olmadan da yaşar; ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz.” Çevre ve doğanın çürümesi demek, insanlığı karanlık günlerin beklediği anlamına gelmektedir.

Çevreye bir şey olmaz duyarsızlığı ve sorumsuzluğu içerisindeyiz. Doğanın ve çevrenin çürümesi ve ölmesi uzun süre aldığından ve görünmez olduğundan, insanlar duyarsız davranmakta, çevrenin ölümünün ciddiyetini kavrayamamaktadırlar. Marmara Denizini ve İstanbul Boğazını deniz salyasının kapladığını öğrendiğimiz zaman, ne oluyor diye sormaktayız. Bunu sormamız, her şey için çok geç kaldığımız gerçeğini değiştirmemektedir. Çevre ve doğa, çok hassastırlar. Her türlü duyarsızlık, çılgınlık, yağmacılık, talan ve hırs, kolaylıkla çevreyi ve doğayı tahrip etmektedir. Gandhi, doğanın ve dünyanın hırsımızı tatmin etmeye yeten sınırsız bir kaynak olmadığını anlatmaktadır: “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil.” Her şey için çok geç olmadan insanlığın aklını başına alması, çevreyi ve doğayı koruyan bir sosyal, siyasal ve ahlaki restorasyon başlatmalıdır.

Çevreyi ve doğayı çürüten şey, insanın çürümesidir. Çürüyen insanlık, doğaya daha fazla rant, çıkar ve kar elde edeceği bir talan olarak bakmaktadır. Steve Best, bu yaklaşımın yıkıcı bir yanılggı olduğunu anlatmaktadır: “Modern uygarlığı kurmak için insanlar nehirlere barajlar kurdu, yağmur ormanlarını kesti, bataklıkları kuruttu, milyarlarca hayvanı katletti. Vahşi hayat yerine sosyal ve doğal dünyayı harmanlamaktan uzak, ekolojiye saygı duymayan geniş cam, çelik ve beton imparatorluklar kurdular. “Kalkınma” adına modernite, biyoçeşitlilik hayvanat bahçesi kafeslerinde ve donmuş DNA tüplerinde hayatta kalmaya çalışırken yaban otlakları birkaç koruma alanına indirgedi. Doğayı hakimiyet altına alma maceramız –“kalkınmamız”- otobanlarla, gökdelenlerle, fast food mekanlarıyla, büyük alışveriş merkezleriyle, otomobil galerileriyle ölçülüyor. İnsanlar büyümemenin ilerlememek anlamına geldiğini düşünüyor; oysa gerçek tam tersi.”Doğadan daha fazla maden, enerji, kereste, turizm geliri elde etmek için her türlü talanı ve yağmayı meşru ve gerekli gören bir yaklaşımla hareket eden çürüyen insanlar, gruplar ve güçler, çevreyi çürütmekte, tüketmekte ve öldürmektedir.

İnsanın hayat kaynağı olan su, her geçen gün azalmaktadır. Dünyada su, sanıldığı gibi sınırsız ve tükenmez bir kaynak değildir. Dünya, giderek su fakiri bir yer haline gelmektedir. Susuz ve kurak bir dünyaya doğru gidiyoruz. Suyun ve ormanların korunması için hayatlarımızı kökten değiştirmeliyiz. Mevcut alışkanlıklarımızdan, uygulamalardan ve politikalardan vazgeçmedikçe su, orman ve doğal kaynaklarımızı korumamız mümkün değildir. İnsanlık, doğal mirasını her geçen gün yağmalamakta ve ortadan kaldırmaktadır. Marmara’yı çürüten deniz salyası ve su kaynaklarının tükenmesi olguları, yağmacı, talancı ve doymaz açgözlülüğün ürünüdür.

İtalya, okullarında çevre ve iklim değişikliği dersini müfredata koymuştur. Çevre konusunda sahici bir eğitimden geçmeye ihtiyacımız vardır. Çevre, su, doğa, hayvanlar, ormanlar, iklim konularında erken yaşlardan itibaren sistematik bir eğitim vermemiz gerekmektedir. Çevre, iklim ve doğa eğitimi, verilmesi gereken en stratejik eğitim durumundadır.

Talan ve yağma edilen doğanın yeniden restorasyonunun mümkün olup olmadığı şeklinde büyük bir meydan okuma önümüzde durmaktadır. Deniz salyasının, su ve orman kaynaklarının kurumasının sorumlusu ve suçlusu, doğanın ve çevresi kendisi değildir. Doğayı, ormanları ve suları çürüten tek sorumlu ve suçlu, insandır. Doğaya karşı işlenen cinayetlerin suçunu ve sorumluluğunu üstümüze almadan, kendimizle yüzleşmeden çevreyle, doğayla, sularla ve ormanlarla yeniden uyumlu ve yapıcı bir ilişki kuramayız. Doğanın çürütülmesini önlemek için çevre ve doğayla ilişkimizi gözden geçirerek yapacağımız bir ekolojik eleştiriye ihtiyacımız vardır. Doğanın yeniden restorasyonu, insanın kendini restore etmesinden geçmektedir. Doğanın restorasyonu, ancak kendini sahici anlamda inşa eden insanla mümkündür.

Ekolojik restorasyon, insani, sosyal ve ekolojik boyutları olan bir meydan okumadır. Bu boyutlardan birinin yokluğu, çevrenin çürütülmesi demektir. Birey ve toplum olarak insanlık, topyekün olarak doğayı ve çevreyi korumayı asli hayat amacı ve pratiği haline getirmedikçe doğayı ve denizleri salyalarımızla çürütmeye ve öldürmeye devam edeceğimiz gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekmektedir.