Cennet Yurdumuzu İttihad-ı İslâm'la Koruyabiliriz
33 yıl İstanbul’da yaşadıktan sonra memleketi Gaziantep’e yerleşen gazeteci yazar Burhan Bozgeyik, 110 esere imza attı. Bozgeyik, şimdi yeni çalışmalarıyla okuyucuların önüne çıkıyor.
Bâbıâli’den
nice isimler hatırlanıyor. Bu semtte koşan, koşturan, emek veren, ter akıtan ve
aziz milletimize hizmet etmek için çırpınan birçok gazeteci, yazar, kalem
erbabı gelip geçti. Kiminin kıymeti bilindi, kimi harcandı. Bazıları
vefasızlıklara karşı küsüp kenara çekildi, bazıları ise “Balık bilmezse Halık
bilir” fehvasınca araştırmaya, düşünüp yazmaya ve eser bırakmaya devam ediyor.
İşte bu idealist isimlerden biri de, yerleştiği güzel memleketi Gaziantep’te kalemi
elinden bırakmayan araştırmacı yazar Burhan Bozgeyik’tir.
Yazarımızla
tanışmamızın üzerinden neredeyse yarım asra yakın bir zaman geçti. 1970’li
yılların ortalarında onun röportajlarını okuyor, araştırma ve incelemelerini
takip ediyordum. Sonra İstanbul’a geldim, onunla aynı mektepte okudum, aynı
müesseselerde çalıştım. Gıyabi tanışıklığımız vicahiye çevrildi ve artık
İstanbul’da sevdiğim, saydığım iyi bir ‘edebiyatçı ağabey’im daha oldu. Kadim
dostluğumuz şükürler olsun ki, kesilmeden devam ediyor. Kitapları çok,
‘yazma’nın bir vazife olduğunun şuurunda olarak yeni eserlerini irfanımıza
kazandırmaya devam ediyor. Geçenlerde İstanbul’a geldi ve kadim dostlarını
ziyaret etti. O vefa ziyaretlerinden biz de nasibimizi aldık. Türkiye’nin
mümtaz münevveri ile farklı konular hakkında sohbet ettik. İşte kendisine
yönelttiğimiz sorular ve Bozgeyik’in cevapları:
Gazetecilik hayatınız önemli. 1970’li yılların sonlarında hatırlıyorum. Çok değerli şahsiyetlerle çok kıymetli röportajlar yaptınız. Bu konuşmaların bir kısmı sanırım kitaplaştı. Ama çoğu gazete sayfalarında kaldı. Diğerlerini de kitaplaştırmayı düşünüyor musunuz?
Röportajlara ilk önce Köprü dergisinde başladım, sonra
profesyonel gazeteciliğe başlayınca gazetede devam ettirdik. İlk kitabım, Zulmetten Nura Hicret 1980’da çıktı. Bu
röportajlarımızdan oluşan bir kitaptı. Daha sonra röportajlarımızdan
kitaplaşanlar oldu; Afganistan’dan
Türkiye’ye, İslâm’ın İktisadî Görüşü (Prof. Dr. Sabahaddin Zaim’le
röportaj), Dil Dâvâsı (Prof. Dr.
Faruk Kadri Timurtaş’la röportaj), Örtünmek
İstiyorum, Uzmanların Gözüyle
Osmanlıca, Mülakatlar… Bu yedi
kitabı birleştirdim. Bir de o kitaplarda olmayan röportajları da ilave ettim.
Tek kitap haline getirdim, neşrini bekliyor…
Bu röportajlarda sizi en çok
etkileyen hadise hangisidir? Ve kiminle görüşürken yaşandı?
Diyebilirim ki, röportaj yaptığım o
değerli simaların her birinden büyük dersler aldım. Röportaj haricinde onlarla
hususî sohbetlerim oldu ve çok değerli hatıralarını ve bilgilerini benimle
paylaştılar. Onlardan çok istifade ettim. Bunlar arasında Mehmed Âkif’in kızı
Feride Akçor Hanımefendi ve damadıyla yaptığım röportajı unutamam. Evi bulmam
biraz zor olmuş ve randevuya 5 dakika gecikmiştim. Sohbet esnasında bana Mehmed
Âkif’in arkadaşıyla buluşmaya gidişini anlattılar. Dersimi almıştım. O tarihten
itibaren hiçbir randevuya gecikerek gitmedim. Bir de İmam Şamil’in torunu Said
Şamil’le yaptığım röportajı unutamam, yıllar öncesinde SSCB’nin yıkılıp
dağılacağını söylemişti.
Meşhurların Son Anları zannediyorum sizin en çok bilinen,
okunan ve sevilen eserlerinizden. Böyle bir çalışmaya niçin ihtiyaç duydunuz?
Meşhurların son anları niçin önem arz ediyor?
Ölüm ve ölüm sonrası hayat üzerine her insan ciddi şekilde
düşünmeli ve bilhassa Ölüm sonrası hayata hazırlık yapmalı. Ancak maalesef bu
cihetten bütün insanlık büyük bir gaflet içerisinde. Sanki hiç ölmeyecekmiş
gibi bir yaşayış ve davranış var. İstedim ki, insanlar üzerinde şok etkisi
yapacak bir çalışma yapayım ve dikkatleri ölüm gerçeğine ve öldükten sonraki
hayata hazırlanmak gerektiğine çekeyim. Bunun için de çok meşhur isimler tespit
ettik ve bunların çok ibretli son anlarını araştırdık ve yazdık. Yazdıklarımız
gazetede neşroldu ve çok ilgi gördü. Bu yazıların gazete sayfaları arasında
kaybolmasına gönlümüz razı gelmedi. O sırada Türdav, kitap yayınına hayli
zamandır ara vermişti. O aradan sonra ilk kitap olarak bizim bu eserimizi
neşretmeye karar verdiler ve eser büyük ilgi gördü. Son olarak da 95. baskısını
yaptı
Bu kitabın şöyle bir özelliği var. Üç kitap daha doğurmuş
olması… Bu kitabın hemen her baskısında içinden bazı isimleri çıkardık ve
yerine yenilerini koyduk. Ancak çıkardığımız isimlere baktık ki, “yabana
atılacak” isimler değil… Nemrut, Firavun, Sezar, Neron ve daha kimler, kimler…
Biz de o isimlere başka isimler ilave ederek kitaplaştırdık. Böylece; Meşhur
Zâlimler, Zulme Boyun Eğmediler ve Nasıl
Yaşadılar Nasıl Öldüler kitapları doğmuş oldu…
Özellikle tarihle yakından alakadar oldunuz. Barbaros
Hayreddin Paşa, Yunan Zulmü, İşgal Yılları gibi eserleriniz var. Son yıllarda
tarihe büyük bir ilgi görülüyor. Tarihî diziler çok seviliyor. Bu gelişmeler
size göre de olumlu mu? Tarih elbette filmlerden öğrenilmez. Çok seyredilen bu
dizilerin, toplumu kitaplara yönlendirdiği söylenebilir mi? Tarihe olan bu
ciddi alakayı nasıl buluyorsunuz?
Tarih bilmek, bizim inancımız için de çok mühim. Birçok
âlime göre tarih bilmek vaciptir. Mehmed Vehbi Efendi’nin Tefsir’inde bu husus belirtilmiştir. Tarih bilmeyen devlet adamı
ülkeyi iyi yönetemez. Tarih bilmeyen halk da hem değerlerine, hem vatanına
sahip çıkamaz. Tarih bilmeyenler, “yöneten” değil, “yönetilen” olurlar.
Sizin kaleme aldığınız eserler konu itibariyle değişiklik
arz ediyor. Farklı alanlara girdiniz. Edebiyat, tarih, kültür ve dinî
mevzularda eserleriniz var. Araştırmalarınız çok kıymetli. Acaba bu kadar çok
dağılmak bir yazar için risk taşır mı? Belli bir alanda yazmayı düşündünüz mü?
Bu çok çeşitlilik benim şuurlu bir şekilde yaptığım tercihti. Gönlümden geçen şuydu: Her genç bir Fatih Sultan Mehmed gibi yetişsin. Evet, Fatih, bir sultan oğluydu. Ancak başarısında yalnızca bu etkili değildi. Fatih mükemmel şekilde yetişmişti. Evvela güzel dinimizi çok iyi biliyordu. Tarih bilgisi mükemmeldi. Düşmanlarını ve düşmanların oyunlarını çok iyi biliyordu. Cihad ilmini mükemmel öğrenmişti. Ufku çok genişti. İdeali büyüktü. O, Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılmak istiyordu. İşte istedim ki bütün gençlerimiz, erkek olsun, kız olsun bu düşünceye sâhip olsun. Bu maksatla; en sağlıklı kaynaklardan, en sıhhatli bilgileri derledim. Yaklaşık 40 yılda neşrolmuş 110 eserimizi yeniden gözden geçirdik ve 9 seri halinde tasnif ettik. Fetih Yolu Serisi, Zafer Yolu Serisi, Kurtuluş Savaşı Serisi, Yakın Tarih Kitapları, İslâmî İlimler Eğitim ve Kültür Serisi, vs. diye… Evet, dağıldık, ancak Allaha şükür kendimizi dağıtmadık…
Aslında sizin hem kültür hayatına hem de edebiyat ve fikir âlemine katkılarınız çok. Yayın dünyasında 110 eserin sahibisiniz. Bütün bu gayret ve çabaya rağmen okuyuculara tam olarak ulaşamadığınızı düşünüyorum. Bunun sebepleri nelerdir? Acaba tanıtım ve duyuruda mı bir eksiklik var? Kitaplarınızı neşreden yayınevlerine bu konuda bir görev düşüyor mu?
Kitaplarımız çok çeşitli yayınevlerinden çıktı. Şu ana kadar 27 yayınevi oldu. Bu bakımdan bir dağınıklık var. Diğer bir husus, benden kaynaklanıyor. Şahsımın ön plana çıkmasını istemiyorum. İmza merasimlerine katılmıyorum. Bu da dezavantaj. Kitaplarımı okuyup değerlendirmek isteyen iki kişi bile olsa onların ayağına kadar giderim. Ancak fuarlarda imza için oturmaktan hazzetmiyorum. Çünkü çoğu kimsenin kitabımızı okumadıkları hâlde meraklarından görmek için geldiklerini düşünüyorum. İstiyorum ki benden ziyade eserimiz ön plana çıkarılsın.
Bir ara bütün eserlerinizin Çığır Yayınları’nda çıkacağı ilan edilmişti. Bu neşriyat devam ediyor mu, yoksa farklı yayınevlerinden mi çıkıyor kitaplarınız?
İlk başta konuşmamız öyleydi. Ancak yayıncı, “Dinî kitapların satışı tamamen durdu. Bundan böyle dinî eserler basmayacağım.” deyince, o bütünlük otomatikman bozulmuş oldu. Bu da bana tekrar bir hürriyet yolunu açtı. Her yayınevinin konsepti farklı olabiliyor. Ben de yakinen bildiğim değerli yayıncılarla görüşüyorum. İnşaAllah eserlerimiz, ülkemizin en ciddi ve daha geniş kesime ulaşan yayınevlerinden çıkacak…
Eski yazar dostlarınızla hâlâ görüşüyor musunuz, zaman zaman istişari manada toplantılarınız oluyor mu? İnançlı yazarların arasında ciddi bir irtibat eksikliğinden söz ediliyor. Bunu telafi etmek için neler yapılabilir? Kültürel birliktelik bir anlamda siyasi bakışların önüne geçebilir mi?
Müslümanların bir ve beraber olmaması, Ümmetin en büyük problemi. Hayatımın en büyük gayelerinden biri de bu birlik için çalışmak ve bu konuda çorbada bir tuzumuzun olması… Bunun için yazarlara, mütefekkirlere büyük vazife düşüyor. Bu konuda değerli yazarlarla görüşmeyi çok arzu ediyorum. Vakit ve imkân buldukça da görüşüyorum. 40 küsur yıldır birlikte olduğumuz, görüştüğümüz arkadaşlar var. Bu konunun sevdalıları, el ele gönül gönüle vermeli. En başta bu güzel vatanımızı ancak bu birlik sayesinde koruyabiliriz. Sonra bütün İslâm âleminin fiilî ve kültürel esaretten kurtuluşu için gayret göstermeliyiz. Kudüs’ün Doğu Türkistan’ın, Arakan’ın, Afganistan’ın işgal altında olması bizi çok ciddi rahatsız etmeli, uyku uyutmamalı… Biz birlik olursak, gerisi gelecektir…
Bazı arkadaşlarınızla birlikte Tahşiye Yayınevi’ni kurdunuz. Sonra FETÖ’cuların saldırısına uğradınız. 15 Temmuz’u yaşadık. Şükürler olsun aziz milletimiz ve devletimiz, bu belayı göğüsledi ve dinimizi kullanan bu kötülük odağı büyük bir mağlubiyet aldı. Sizin bu konudaki ferasetinizi herkes gördü. Tehlikeyi ilk olarak sezen münevverlerimiz arasındasınız. Bu tür din istismarcılarına karşı neler yapılmalı? Vatandaşlarımız böyle ihanet örgütlerine kapılmamak için nasıl hareket etmeli, tavsiyeleriniz var mı?
İslâm’ı hakkıyla bilen bir kimse asla vatana ihanet etmez, dış güçlerin oyuncağı olmaz. FETÖ ve dış güçlerin oyuncağı olmuş benzer yapılar, işte bunun için bu Müslüman halkın ve çocuklarının inancını bozmak istiyor. O bozuk inançla ölenler ebediyen Cehennem’de kalacaklar. Dünyada da Cehennem azabı çekecekler ve çektirecekler. 15 Temmuz’da bunu gördük. İşte bu tehlikeli hareketlerin olmaması için, bizler FETÖ ile ilmen mücadele ettik. Ancak, bu daha ziyade devlet gücüyle yapılması gereken bir çalışma. Vatandaşlarımızın böyle bir ihanet örgütüne kapılmaması için doğru İslamiyet’i çok iyi öğrenmeli. Bunun için devletimize ve en başta da Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na, TRT gibi resmî medya kuruluşlarına çok büyük vazife düşmekte.
Zannediyorum bugün Müslümanlar arasındaki en büyük gereklilik tevhid anlayışı ve kardeşlik meselesidir. Rabbimizin “kardeş” ilan ettiği müminler arasında her zaman ihtilaf olmuştur, olmaktadır. Acaba bu hâl, asgariye nasıl indirilebilir. Malum çeşitli tarikat ve cemaatler var, bir de bu gruplara bağlı olmayanlar… Tam bir İslam kardeşliğinin sağlanabilmesi için nasıl hareket edilmeli?
Sizin de belirttiğiniz gibi, en başta hakiki Tevhid anlayışının yerleşmesi gerekir. Cenab-ı Hakk’ında Zat’ında, sıfatında, esmasında, ef’alinde ve şuûnatında “BİR”leyen, yani hakiki Tevhid inancına sahip olan, birlik yolundan ayrılmaz. Bunun için Kur’an’a ve Hadis’e sımsıkı sarılmalıyız. Aslolan Allah’a ve Resulullah’a, Kur’an’a ve Sünnet-i Seniyye’ye bağlanmaktır. Meslekler ve meşrebler, Muhabbetullah’ı, Muhabbet-i Resulullah’ı netice vermiyorsa, İslâm kardeşliğine sevk etmiyorsa, orada bir yanlışlık, bir hastalık var demektir. O hastalığı da Kur’an eczanesinden alacağımız ilaçlarla tedavi etmeliyiz. Maalesef günümüzde Ümmet-i Muhammed ciddi şekilde hasta. Hastalığın tedavisi ise, hasta olduğumuzu kabullenmekten geçmekte. Çare ise tek, Resûlullah’ın (asm) ahlak çizgisinde buluşmak ve birleşmek…
Başta Bediüzzaman ve Mehmed Âkif olmak üzere birçok büyüğümüz, Müslümanların “İttihad-ı İslam” düşüncesini hayata geçirmelerini tavsiye etmişlerdir. Aslında bir asır önce Batının hücumları nasıl olmuşsa bugün de benzer saldırılar var. Emperyalizm durmuyor. Yeryüzündeki Müslümanlara ve mazlum insanlara zulmediyorlar. Bu Haçlı birliğine karşı İslam ülkeleri sağlam bir şekilde nasıl durabilir?
En temele inecek olursak, Cenab-ı Hak Müslümanlardan “BİR DEVLET” kurmalarını istemekte. Fıkıh kitaplarına baktığımızda bunun farz olduğunu görürüz. Hem de namazdan, oruçtan ve bütün ibadetlerden ve farzlardan önce gelen bir farz. Bakınız Sevgili Peygamberimizin (asm) vefatında Sahabe-i Kiram, defin merasiminden önce, Halife seçimi işiyle meşgul oldular. Zira Müslümanların bir saniye bile “başsız” kalması düşünülemez. İşte bunun için İslam’ın ezelî hasımları hilafet müessesesini hedef aldılar. Hilafet olmayınca Müslümanlar, imamesiz ve ipi kopmuş tesbih tanelerine döndü. Bakınız Avrupa Topluluğu’nda 27 ülke birlik hâlinde. Amerika Birleşik Devletleri dediğimiz ülke 50 küsur devletin birleşmiş hâli. İngiliz Milletler Topluluğu’nda kırk küsur ülke var ve kraliçe hepsinin başı. Bir tek 62 İslâm ülkesinin birlikteliği ve başı yok. Bu hazin bir durumdur. Merhum Erbakan’ın kuruluşunda öncülük ettiği D-8’in kuruluşundan sonra bütün o bölgede huzur havası hâkimdi. Bu kuruluş âtıl hale gelince neler oldu?.. Onlar bizi parçalayarak yemek istiyor. Çare, birleşmek. İttihad-ı İslâm’ı gerçekleştirmek, aynı zamanda İslam’ın son kalesi olan bu Cennet yurdu korumanın da yegâne çaresidir…
Usta bir gazeteci ve yazar olarak basın mesleğinde ve edebiyat yolunda ilerlemek isteyen gençlere neler tavsiye edersiniz?
Bu sahada ilerlemenin yolu, “bizi biz yapan değerleri çok iyi bilmek”ten geçmektedir. Merhum hocamız Prof. Mehmet Kaplan’ın sıklıkla tekrarladığı bir söz vardı; “Arslan yediklerinden mürekkeptir.” derdi. Yetişmenin yolu, temel değerlerimizi çok iyi bilmekten, bunun yolu da okumaktan geçmektedir. Evvelâ dinimizin temel esaslarını çok iyi bileceğiz. Tarihimizi, İslâm tarihini, dünya tarihini bileceğiz. Bilhassa yakın tarihte olup bitenleri araştıracağız. Osmanlıcayı öğrenmek lazım. Kütüphanelerimizde muazzam hazine yatmakta. Onlarla hemhal olmak lazım. Okuyan, kendini geliştiren “kalıcı” eserler verir ve bu meslekte kalıcı olur. Aynı zamanda bu kubbede hoş bir sada bırakır.
Üretken bir yazarımızsınız. Acaba şimdi tezgâhınızda hangi çalışmalar var, merak ediyoruz. Bunları kısmet olursa ne zaman okuyacağız?
Kurtuluş Savaşı Serisini tamamlamak üzereyim. Zafer Yolu Serisi için Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim üzerinde çalışmaktayım. Bir de 30 senedir üzerinde araştırma yaptığım bir çalışma var; Rabbimizi, esmasıyla, sıfatlarıyla tanıtmak gayesiyle hazırladığım araştırmayı tamamlamak niyetindeyim. “Rabbi yessir, velâ tuassir, Rabbî temmim bi’l hayr” diyorum. Yani, “Rabbim kolaylaştır, zorlaştırma! Hayırlısıyla tamamlamayı nasip eyle!” (âmin) Sizden ve okuyucularımızdan dua beklerim.