Cennet - Cehennem – Dünya - Ahiret – Şeytan - Melek!
Yeryüzünde bu kavramları kendi dilleri ile sanırım duymayan yoktur. Her insan, inansa da inanmasa da cennetin bütün güzelliklerin içinde olduğunu ve iyi insanlar için hazırlandığını, cehennemde ise bütün kötülüklerin olduğunu ve kötülerin yer alacağını, bu dünyanın sonlu ahiretin ise ölümden sonrasını ifade ettiğini, şeytanın insanları kandırıp meleğin de koruduğunu bilir.
Akıllı olup konuşabilen her, insan dünyaya gözünü açması akabinde etrafında gelişen bütün olaylara karşı ilgilidir. İnsanın güvenmek, korkmak, heyecanlanmak, ürkmek, çekinmek, sevmek, üzülmek, sevinmek, sormak, merak etmek gibi bir çok duygular etrafındaki olaylara verdikleri tepkilerdir.
İnsanı en çok mutlu eden en önemli duygu ise güvenmektir. Kendini güvende hissettiği bir ortamda, merak ederek sorduğu sorulara mantıklı cevaplar alarak geleceğini şekillendirir ve ona göre hayaller kurar. Bu hayaller daha çok araştırmasına, gelişmesine, sorumluluk almasına sebep olur. Kendine ve güven aldığı kişilere saygı duymasına sebep olur.
Güvenildiği ve saygı duyulduğunda ise her ne kadar arkadaşları, okul iş vs. ortamı, medya, söylemler, eylemler güzel olmasa da toprağın derinliklerinde kök salan yüce ağaçlar misali, oradan oraya sallansa da aynı yerde kalacaktır. Aksi takdirde her esen yelden nem kapacak, rüzgara teslim olmuş gazel misali orada oraya savrulacaktır.
Her insan özeldir, hayatı tecrübe etmelidir. Edindiği bilgiler ile kendisi için iyi ve doğru yolu bulmalı, seçimini güzel yapmalı, bu seçtiği hayatın sorumluluğunu üstlenmelidir. Lakin yaşadıklarının verdiği acıyla kıvrandığı geceleri gözünün önüne alarak, aldığı yanlış karardan dönesini de bilmelidir. Zira geçen günler bir daha geri gelmemektedir.
Kendi tecrübeleri ile hayatına yanlış yerden başlamış, yaptığı hatasının telafisi ömrünü almış, yaşadığı anın değerini bilememiş, hem kendisini hem de sevenlerini üzmüş, hayatı acı şekilde tecrübe etmiş olan büyükler ise, kendinden küçüklere çok büyük olmadıkça acıları yaşamalarına izin vermelidir. Aksi takdirde kolay elde edilen kaybedilmeye mahkumdur.
Çocukluk çağları hayata ve geleceğe dair hayallerin en canlı olduğu zamanlardır. Bu zamanlarda hayallerin önünün açılması, sorulan sorulara doğru cevaplar verilmesi, merakların bastırılmaması, güven ve saygı duygusunun oluşması, sorumluluk bilincinin verilmesi her anne ve babanın üstlendiği görevlerdir.
İnsanın en rahat ve kendisi olduğu ortam aile ortamıdır. Sevgi, saygı, fedakarlık, vermek, gülmek, yardımlaşmak gibi güzel hasletlerin yanında nefret, saygısızlık, egoistlik, çaresizlik, çekememezlik gibi kötü hasletler de aile içinde öğrenilir. Söylenen her yalan, yapılan her yanlış hareket ise geleceği imar etmektedir.
Elbette her iyi ortamda yetişen iyi, kötü ortamda yetişen de kötü olacak diye bir kaide yoktur. Yerlerin ve göklerin yaratanı Rahman olan Hak Teâlâ’ya güvenip inananların okuduğu vahyin içinde örnek olarak gösterilen, bizden biri olarak nitelenen nebilerin yetiştirdiği evlatlarda da yanlış seçim yapan olmuştur.
Hayatı tecrübe etmiş, neyin iyi neyin de doğru olduğunu kendi kanaatleri ile oluşturmuş anne babalar olarak, dünyaya gelişine vesile olunan evlatlara karşı daha müşfik olunmalıdır. İnanıp güvenme sonucu olan teslimiyet duygusuna, zorlaştırarak değil kolaylaştırarak, nefret ettirerek değil sevdirerek destek verilmelidir.
Yumuşak bir üslupla “ yavrucuğum” gibi tabirlerle, emir vermeden, sert ifadeler kullanmadan, sorumluluklar yığmadan, düşünmeye sebep olacak sorular sorarak, sebebini anlatarak, her şeyden önemlisi sevdirerek vermek istenilen mesaj verilmelidir.
Rencide edilerek ve algılarına hitap etmeyerek söylenen bilgiler gönüllerde yer etmez. Yargılanarak ve eleştirilerek yapılan konuşmalar, akla ve mantığa kabul edilmeyen bilgiler en kolay terk edilendir.
Hasılı kelam; kalpler Rahman’ın elindedir. Bizlere düşen ise güzel örnek olmaktır.
Ves-Selam.