CEMAATLERİN FONKSİYONLARI
Modern dünya cemaatleşmeden, bireyselleşmeye geçiş sürecidir bir boyutuyla. Dinin insan hayatındaki kapsayıcı ve bütüncül boyutu irtifa kaybettikçe, cemaatler de eski fonksiyonelliklerini yitirmişlerdir. Ama öte yandan Post/Modern dünyanın insanda hissettirdiği ontolojik güvensizlik karşısında cemaatler "bütüncül" bir kimlik sunma iddiasıyla bir güvenlik ve sığınma merkezi olabilmiştir.
Sosyolojinin Batı'da ortaya çıkışı ile birlikte, ilginçtir ki tartışılan en önemli problemlerden birisi cemaatleşmeden cemiyetleşmeye geçiş olmuştur. İlk sosyologlar bunu farklı biçimlerde dile getirmişlerdir. Mesela; Ferdinand Tönnies, Cemaat ve Cemiyet ayrımında, yeni durumda insanlığın cemiyet yapısına geçtiğini, bireyselliğin merkeze alındığı cemiyet yapısında aslında eski dayanışma ve bütünselliğin de sona erdiğini anlatır. Aslında Durkheim'in organik dayanışmalı ve mekanik dayanışmalı toplum ayrıştırmasını da sonuç olarak buraya bağlamak mümkündür.
Joachim Wach, dini tecrübenin boyutlarını anlatırken üç boyutlu bir ayrıştırma yapar. Ona göre akide ya da inanç dinin teorik anlatımıdır. İbadet ve ritüeller, dinin pratik anlatımıdır. Dinin üçüncü ve önemli bir tezahürü daha vardır ki, o da cemaatler olup dinin sosyolojik anlatımı ya da tezahürüdür. (Bkz. Din Sosyolojisi kitabı) Buna göre, inanç ve ritüeller ferdi olarak da yerine getirilebilecek olan unsurlar iken, dinin insanlarda oluşturduğu tecrübelerin ortaklaşa paylaşılması, sosyal kontrol mekanizmalarının kurulması, kolektif kimliklerin gelişmesi cemaatin içinde olmuştur.
Bu bağlamda tarihsel süreç içerisinde cemaatler- temel karakteristiği dini olsun ya da olmasın- fertlerin kendi kimliklerini bütüncül bir şekilde kurmaları ve dış dünyaya karşı kendilerine güvenlikli alan açmaları konusunda fonksiyonel olmuşlardır. Ancak Modern zamanlara gelince, cemaatler bu niteliklerinde ciddi irtifa kayıplarına uğramışlardır. Özellikle bugün gelinen noktada, cemaatler insanların gündelik hayatın kriz ve sorunları karşısında ontolojik bir güvenlik alanı ve sığınak olarak görülmekle birlikte, cemaatlerin bu beklentilere ne derece cevap verebildiği ciddi bir tartışma konusudur. Çünkü cemaatlerin de bireyselleşme ve sekülerleşme süreçlerinden önemli oranda yara alarak çıktıkları bir gerçektir. Özellikle tüketim toplumu, zaten Osmanlı'daki gibi resmi statüleri olmayan cemaatleri şirketleşmeye doğru da itmiştir.
Post/Modern dönem, istikrarsızlık, kaos, parçalılık, kimlikte parçalanma, sabitelerin yok olması ve anlıksal yaşam üzerine inşa edilmektedir. Bu ise, insanda sürekli bir geçicilik duygusu yaratmakta, bütüncül kimlik ihtiyacı oluşturmakta, ontolojik güvenlik arayışını hızlandırmakta, bir yerlere dayanma, paylaşma ihtiyacını arttırmaktadır.
Hepimiz aynı sürecin içinde benzer tecrübeleri geçiriyoruz. İstikrarsız bir dünyada ailemiz ve çocuklarımızın değer dünyalarından endişe duyuyoruz. Alışverişler bizi rahatlatmıyor, daha ötede ruhsal tatmin vasıtaları istiyoruz. Ölüm ve onun ötesine dair artan güvenlik korkularımızın üstesinden gelmek istiyoruz. Çocuklarımızın alkolik, uyuşturucu bağımlısı olmasını istemiyoruz. Sağlam ve sağlıklı evliliklere dair korku ve endişeler büyüyor. Bu saydıklarımızı çoğaltabiliriz. Netice itibarıyla bir güvensizlik ortamına doğru savrulmaya başladık ve arayışlarımız devam ediyor.
Tam da böyle bir konjonktürde sorulması gereken soru; cemaatler sivil ortamda acaba bu savrulmayı durduracak sağlıklı bir imkanı sağlayabiliyorlar mı?