CEMAATİ OLMAYAN SAPAR (MI?)
Bilmiyorum farkında mısınız ama süreç ilerledikçe Müslümanların somut yaşam tecrübelerinden ortaya çıkan "İslami" etiketli kavramlar birer birer tüketiliyor. Şöyle bir bakıyorum da ihlas, dua ve şimdi de "cemaat" kavramı bu tüketilenler arasında görünüyor. Bu kavramların davet edici ve arındırıcı boyutları, yakın tarihimizdeki hafızamıza uğradıkça, meydana getirmesi muhtemel tesirlerini sanki kaybediyor gibiler. Bu sebeple, bu kavramların yeniden tanımlanması ve olumlu somut pratiklere değecek biçimde cümle içinde kullanılması hakikaten büyük önem taşıyor. Cümle içinde kullanmak, tabii ki hayatın rutin akışı içerisinde bir yaşam pratiğinden beslenme ve yaşanmışlığın edebiyatı anlamına geliyor kuşkusuz. Yoksa, bu kavramları cümle içinde kullanmaya devam ediyoruz.
Cemaat kavramının iki farklı boyutunu burada zikretmeliyiz. Birincisi, Cemaat İslam'ın Hz. Muhammet'ten sonraki erken dönemlerinde "ana gövde"yi, Müslümanların gidecekleri ana yolu ve bu yola katılımı ifade etmektedir. Erken dönem mücadeleler ve gerilimler ortasında, bir "ana yol"un tecvizi belki sosyolojik bir sonuçtur. Nihayetinde Hicri II. ve III. Yüzyıllarda oluşmaya başlayan "Ehl-i Sünnet"in takısı "ve'l-Cemaat"tir ki, bunun dikkatlerden uzak tutulmaması gerekir.
Cemaat, aslında insan doğasının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bağlamda, sadece dini bir literatür olarak kullanılmaz. İnsanlar, bir fikir, düşünce, din üzerinde düşünüp tecrübe ettikten sonra, bu tecrübeleri hem birlikte yaşacakları, hem onu paylaşacakları bir kolektif ortam oluşturma ihtiyacı hissederler. Yani, bu tecrübe bireysel sınırlar içinde kalmaz; kalamaz. Nitekim, Hz. Peygamber (SAV) ilk vahiy aldıktan kısa süre sonra cemaatleşmeye başlamıştır. Hz. Peygamber'in ve Ona inananların kader arkadaşlığı olarak cemaat, mesela Erkam'ın evinde ete kemiğe bürünmüş ve bu nüve süreç içerisinde genişleyerek kendisini korumuştur. Wach, dini tecrübenin üç farklı anlatım biçiminden bahseder. Birincisi, dinin teorik anlatımı olan akide, ikincisi; dinin pratik anlatımı ibadet ve ritüeller, üçüncüsü ise; dinin sosyolojik anlatımı olan cemaatlerdir. (Bkz. Joachim Wach, Sociology of Religion, ss. 17-34 ) Aynı zamanda cemaat, bir dünya görüşünün dışarıya yayılabilmesi ve kolektif kimlikler sunma bağlamında da işlevler görür.
Modern zamanlarda bireyselliğe geçiş ile birlikte insan teki önemli iki sorunla karşı karşıya kaldı. Birincisi, cemaat yapıları dağılarak insan kendi başına bağımsız bir varlık yani birey olarak görüldü. Bu birey, kendisinden farklı talepleri olan kurumlar karşısında benliği bölünerek ontolojik güvensizliğe düştüğünden yeni güvenlik alanları aramaya başladı. Özellikle modernliğin dini bireysel bir vicdan işi olarak görmesi, kolektif kimlik arayışlarını hızlandırdı. Mesela, liberalizm sözde bireye özgürlük sunduğu iddiasına rağmen "kolektif kimlik"leri tanımaz.
Bir de cemaatin bugün ikinci bir algılanış biçimi var. O da dinin farklı yorum ve tecrübelerini içeren yapılar olarak ifade edilebilir. Bu çerçevede çok geniş anlamıyla cemaat, tarikatler, fırkalar, dini cemaatlerin hepsini içermektedir. Kur'an'ın ya da İslam'ın anlaşılma ve yorumlanma biçimlerinin farklılaşması, sosyo-kültürel faktörlerle de yakından ilintilidir ve aslına bakılırsa normaldir. Fakat bu cemaat yapılarının her biri birer yorum olmaları bakımından eşittirler.
Şimdi şahsi kanaatim odur ki, özellikle Post/Modern dönemde tüm zafiyetlerine rağmen "kolektif kimlik" ve "ortak tecrübe" olarak cemaatlere taleplerin artacaktır. Fakat burada "cemaat" kavramının özensiz biçimde tüketilmesi, ciddi bir zafiyet olarak ortaya çıkıyor.
Şimdi başlıktaki soruya bir cevap verelim: Cemaat bir ana yol olarak sosyolojik anlamda bir uğrak kabul edilebilir. Ancak ikinci anlamda, yani İslam'ı farklı anlama biçimleri olarak herhangi bir cemaate girmenin sapmayı önleyeceğini garanti edemem.