Celal Al-i Ahmed-II ve Kolonyal Şapka
Geçtiğimiz hafta İranlı düşünür Celal Al-i Ahmed’in “Batı’dan Gelen Veba”sından bahsetmiş, Al-i Ahmed’in verdiği ilginç tarihi bilgileri aktarmıştık.
Bu hafta Celal Al-i Ahmed’in
esas konusu olan “Garpzedeler”e, “Batı’dan Gelen Veba”ya dokunacağız.
Çoğunu, Al-i Ahmed’in dilinden, bazen araya yorumlar girerek…
Al-i Ahmed “Batı’ya korkunç bir boyun eğişin yaşandığını” keşfeden biriydi.
Al-i Ahmed’e göre İran’ın eğitim
sisteminden geçen her okul çocuğu milli marşı öğrenirken, dua etmeyi unutur. 6.
sınıfa geldiğinde camiyi terk eder.
Sinemaya giderken farkında olmaksızın dinî de bırakır. Böylece halkın %90’ı
ortaokul eğitimiyle dinsizleşir ya da dine karsı ilgisizleşir.
Eğitimin nihaî amacı Batılılaşma hastalığını beslemektir.
İnsanların ne için ve hangi
yetenekleri kazanmak üzere ilkokula gittikleri hâlâ açık değildir. Liseye ve
üniversiteye neden gittikleri de açık değildir.
Eğitim kurumları bürokrat olabilmek için diplomaya ihtiyacı olan kişilere sertifika dağıtır.
Geleneklerimize ve
kültürümüze yabancı, kendi
toprağımızda köksüzüz, çiçek
açma şansımız yok.
Al-i Ahmed’in bu satırları
yazdığı yıllarda eğitimin ruhu bizde
İran’dan bin beterdir. Halen çok bir değişiklik olduğunu da zannetmiyorum.
Tahran Üniversitesi, Avrupa’da
ya da Amerika’da eğitim görmüş entelektüellerin tezgahıdır. Avrupa’dan dönen
bütün profesör adaylarına iş bulunmuş
olur.
Batı’nın endüstriyel ürünleri
için iyi tamircilerden başka hiçbir şey yetiştirmiyoruz. Yalnızca, Batı makinelerinin
tamircileri, teknisyenleri, operatörleri, daha bir sürü saçmalık var.
Ülkeye önderlik eden
entelektüellerimizin pek çoğu tercüman,
Batılıların bizdeki kurumlarına yönetici,
onların amaçlarının uygulayıcıları,
her işte parmağı olan fakat hiçbir uzmanlık alanı olmayan insanlardırlar.
Batılılaşma hastaları “Batı”nın ileri karakollarıdır.
“Batı’dan Gelen Veba” ulaştığı ülkelerde kartvizit liderler üretmiştir. Bunlar emperyalizmin
memurlarıdırlar.
Bizler Batılılaşma hastaları üretmekte, yükseltmekte, ülkenin
liderlik makamına getirmekteyiz.
Batılılaşma hastası
politikacının nerede durduğu asla net değildir. Şaşırmış ve dengesizdir.
Hiçbir işte sıkıya gelemez. Her zorluğun üstesinden dalkavukluk ederek ya
da aldatarak gelir. Şu gazetede görünmediyse televizyonda gözükür. Böylece,
birçok hâdise geçse ve hükümetler gelip gitse de hâlâ aynı lideri Cebelitarık Kayası gibi yerinde oturuyor görürsün.
Al-i Ahmed’in canhiraş
eleştirdiği, Batılılaşma hastaları kolonyal
aydınlar sadece İran’ın değil, tüm İslam Dünyası’nın kanayan yarasıdırlar
ve beşeriyetin bana göre küresel kâbusudurlar.
Eğer Batılıların Doğu’ya ve
Asya’ya ilk ulaştıkları günlere dönersek, onların efendi, karılarının da kadın
efendi olduğunu görürüz.
Bugün, Batılı deri değiştirmiştir, kolonyal şapka takmaz ve görünüşlerine dikkat ederler, sömürgeci gibi
görünmezler, artık onlar UNESCO’ya bağlı danışmanlar ve müşavirlerdir.
Burada sözü bizim TRT’ye
getirmek istiyorum. Artık emperyalistler bile “kolonyal şapka” giymezlerken, “TRT Belgesel” de mazlum ülkelere
Türkiye adına misafir olan “Reşat” neden
bugün Batılının bile terk ettiği “Kolonyal
Şapka”nın bir versiyonu ile gönderilir?
İran’da sinema, şiddetli kaygı, ev, aile, okul, cinsel mahrumiyetler ve
diğer mahrumiyetlerden bir kaçış
olarak uyuşturucu ve sigara ile
aynı sırada yer almaktadır.
Filmlerde Batılılaşmış
İranlılar, eğitimlerinin vaad ettiği, fakat yaşantılarının reddettiği
modern kültürü buluyorlar. Filmler, bir hayal kırıklığı toplumundan, Batılı
değerlerin yer aldığı bir hayal
dünyasına kaçışı sağlıyor.
Sinema, kolonyal aydını kapitalizmin cennetine koyuyor.
Dünyanın bu parçasındaki her
sinema Metro-Goldwyn-Mayer’in başlıca hissedarlarının milyoner olmaları için bütün
şehir sakinlerinin haftada bir ya da iki tümen bıraktıkları bir kumbaradan daha
fazla bir şey değildir.
Sözü yine bize getirmek istiyorum.
Türkiye’de İslam’ı ve ahlâkı ihya etsin diye kurulan bir TV kanalımızın ekranlarında
on yıllardır gece-gündüz Yeşilçam filmleri oynatıyor olmasına, Celal Al-i
Ahmed’in sinema değerlendirmeleri ile bakarsak ne diyeceğiz?
John Perkins “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” kitabında
mazlum ülkeleri sahte finansal raporlar,
tuzak kalkınma planları, hileli seçimler, rüşvet, zorbalık, seks ve cinayetlerle nasıl trilyonlarca dolar dolandırdıklarını anlatır.
Al-i Ahmed, John Perkins’in itiraf
ettiklerini 50 yıl evvelden çözmüştür.
Batı, bu sessiz ve itaatkâr
müşterisinin sırtına beş yıllık kalkınma planı döneminde ne kadar şey
yükleyeceğini ve onun petrol gelirinden ek olarak ne kadarlık bir yüzdeyi
buzdolapları, radyolar ve düdüklü tencereler yoluyla geri alabileceğini
bilir.
1934’te Gide “Kongo’da Seyahatler” adlı kitabıyla, Kongo’daki altın ve fildişi şirketlerinin namussuzluklarını
dünyaya duyurmuştur.
Batılılar petrolü kendileri
çıkarıyorlar, arıtıyorlar, nakliyesini yapıyorlar ve gelirini açıklıyorlar. Bu
parayı da makinelerini satın almamız ve bankalarındaki hesabımızda saklamamız için
kredi olarak veriyorlar. Biz de zorunlu olarak bu kredileri onlardan alışveriş yaparak
geri veriyoruz.
Uzayda kaybolduğu sır gibi
saklanan astronotlar için “hayatını
insanlığa adadı” derler. Ve bence bu hayatlar “teknolojiye adanmış hayatlar”dır. Bu, makinenin insanlığa
tecavüzüdür. Tüm bunlardan önce
İbrahim’in, oğlunu doğrulara adadığı bir zaman vardı.
“İnsan makineye sahip olmalı ve onu yapmalıdır. Fakat asla makineye köle
olmamalıdır” der Celal Al-i Ahmed ve bizim dünyamızın makine yapamıyor
oluşunu en büyük noksanımız ve meselemiz olarak görür.