'Cehennem propagandası'
Türkiye'nin hiç şüphesiz enerjisinin önemli bir kısmını alan sorunları var. Bunların başında da etnik problemler, terör ve bunlarla bağlantılı olarak PKK sorunu geliyor. Burada özenle, "kürt sorunu "diye isimlendirmekten kaçınmam; birinci olarak dilsel kullanımın bir müddet sonra zihni belirlemesi mümkün hale getirecek olan ve bunun sonucunda kürtleri bir sorun olarak gören bakış açısına uzaklığımı göstermek. İkincisi de, meseleyi tamamen ideografik karakteri içinde betimlemenin, daha büyük resmi bizim için görünmez hale getirme endişesi. Bir başka deyişle, bugün kürt halkı üzerinde/üzerinden oluşan sorunların, ulus-devlet, global politikalar, etnik ve marksist bakış açıları vb. boyutlarının bir indirgemeye tabi tutularak, meselenin lokalleştirilmesi. Bunun, uzun vadede zihni bakış açılarını düzeltme bağlamında bir "kilitleme" oluşturacağını görmek gerekiyor. Ancak öte yandan meselenin kendine özgü karakterlerinin de anlaşılması bir zorunluluk. Dolayısıyla analizlerin ve yaklaşımların, bu denge halini gözetmesi sağlıklı yaklaşımlar açısından önem taşıyor.
Ulusçuluk akımlarının bütün dünyaya modernizmin kolları içerisinde hızla yayılması, tüm dünyayı etkileyen bir süreç olmuştur. Hiç şüphesiz Türkiye de bu süreçten olabildiğince derin bir biçimde etkilenmiştir. Çünkü bu dönem, Osmanlı'dan itibaren insan, varlık ve dünya algılayışımızdaki kodların yavaş yavaş dönüşmesini imlemektedir. Ulusçuluk merkezli ideoloji ve söylemler, dışarıdan tazyik ve politikalarla birleşince, etnik bakış açılarının belirlediği söylem, pratik ve uygulamalar sorunu bugünkü boyutlarda derinleştirmiştir. Sorunlar, bir otuz yıl öncesine göre bile çok farklı hale gelmiş durumda. Yurtiçi ve yurtdışı bağlantılı olarak, bu şekilde kurumsallaşmış böyle bir meseleden, farklı biçimde nemalanan ya da nemalanmaya çalışanların varlığı artık su götürmez bir gerçek.
Kabul etmemiz gerekir ki, devlet aklının bir on yıl öncesine göre etnik sorunlarda ulusçu refleksleri terketme arzuları sezinleniyor. Bu, sorunların girdiği girift boyutlar göz önüne alındığında olumlu olarak karşılanmakla birlikte yeterli değildir. Bu zamana kadar, ulusçu reflekslerle davranan devlet aklı, sürekli PKK ve BDP gibi oluşumları büyütecek kozları sosyolojik olarak da besliyordu. Ancak son zamanlarda kullanılan dil, en azından barış yönündeki çabaların, yurtiçi ve yurt dışında bu sorundan nemalanan kesimleri rahatsız etti; iç hesaplaşmayı ortaya çıkarmaya başladı. Birkaç gün önce Paris'te meydana gelen öldürme olayları, kanaatimce bu meselenin önemli bir kerteriz noktasıdır. Ulusçuluk dilinin değişmeye başlaması, "Türkiyelilik" fikrinin Osmanlı tecrübesine yaslanma ihtiyacı; bir yandan kürtler üzerinden istismar siyaseti yapanları yeni bir yol ayırdımına getirirken, öte yandan yeni bir dil ihtiyacını doğurmuştur.
Peki bu nasıl bir dil olacaktır ya da olmalıdır? Buna şu anda kürt halkı üzerinden siyaset yapanların dillerine ve bu dillerin nasıl bir sorun oluşturduklarına bakarak cevap verebiliriz. Bu konuda iki dilin öne çıktığını görebiliriz. Birincisi, kürt milliyetçiliğini vurgulayan etnik bir dil ve bakış açısı. Bunlar için temel toparlayıcı unsur kürtlük olarak ortaya çıkmaktadır. Bu dilin iki önemli zaafiyeti var; birincisi, diğer etnik bakış açılarında olduğu gibi, Türkiye'de tüm yaşayanları biraraya toplayacak bir dile sahip olmadığı gibi, tam tersine ayrıştırıcı ve çatışmacı bir zemini ortaya çıkaracaktır. Üstelik Ortadoğu'yu daha kolay yönetmek isteyen ve bunun için orada bir kürt devleti oluşturmak isteyen Batılı güçlerin kolay lokması olmak için namzet haline gelecektir. İkincisi de, seküler bir ideolojiden beslendiği için, tarihsel tecrübeden beslenemeyecektir. Diğer dil ise marksist bir dildir. Bilindiği gibi son otuz kırk yıllık süreç içerisinde marksizmin çatışmacı dili üzerinden kürt halkı ve özellikle gençler mobilize edilmeye çalışılmaktadır. Bölgede meydana gelen haksız uygulamalar da, bu dilin kullanılmasını daha çok besleyebilmektedir. Ama marksist dilin en önemli zaafiyeti, bu toprakların değerlerine ve tarihsel tecrübeye olan yabancılıklarıdır.
Umran Dergisi'nin son sayısında bu konuda "Müslümanlığın Etnisite İle İmtihanı-Bu İşe Dini Karıştırmak Lazım" başlıklı yazımda, bu zaafiyetleri belirttikten sonra, müslümanlığın bu meselede hem birleştirici hem de gerçekçi bir dil olduğundan bahsettim. Çünkü pratikte Türkiye'de tüm etnik ve dini grupları birarada toplayacak yegane birleştirici dile, İslam kendi genetik yapısında sahip. Üstelik bu, sadece teorik olarak ifade edip bitirdiğimiz bir şey değildir. Bu toplumun ortak hafızası ve tarihsel tecrübesi, sadece Türk ve kürtleri değil, farklı dinden olanları bile birarada toparlayacak potansiyel ve birikime sahiptir. Nihayetinde elli, yüz yıl öncesine doğru tarihin içerisinde yavaş yavaş geri gittiğinizde, etnik ve marksist dilin silikleştiğini, İslam'ın birleştirici tarihsel tecrübe ve hafızasına dayanan dilinin kalın harflerle önünüze çıktığını göreceksiniz. Bunun en güzel yolu, gidip Diyarbakır'da 70 yaşındaki köylü amcayla konuşmaktır. Bakalım hangi dili anlayacak? Her şey bozulmadan önce çok güzeldi.
Arızalı dilleri terketmek bazılarının işine gelmiyor. Onlar Hz. Peygamber (SAV)'in ifadesiyle "cehennem propagandacıları" olarak yollarına devam etmek istiyorlar.