Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2963.98
BIST 100
9668.61
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
22 Ekim 2021

Cehaletle savaşın ismi davettir…

İslam, ilahi bir çağrıdır, tüm çağlara ve tüm coğrafyalara… İnsanların felahını esas alan bu çağrı tüm zamanlarda kesintisiz devam edegelmiştir… Çünkü İslami davet, Müslümanlar için imanî ve ibadî bir sorumluluktur… Bu görev ne ihmal edilebilir, ne bir başkasına ihale edilebilir, ne de istifa etmek mümkündür… O ki davet bir ibadettir, kıyamet sabahına kadar sürdürülmelidir… Sonuç nasıl olursa olsun…

Evet, namaz kılmak, oruç tutmak neyse insanları İslam’a davet etmek, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak da odur… Hatta namaz kişiseldir, davet toplumsaldır… Toplumsal kurtuluş hedeflenmektedir…

Asr suresi bize şunu vurguluyor: “Hakkı ve sabrı tavsiye etme” derdi olmayan herkes hüsrandadır… Müslüman kalmak mı istiyorsunuz, İslami daveti sürdürmek durumundasınız…

En hayırlı ümmetin en belirgin vasfı hakka davettir…

Davet, üzerine güneş doğan her şeyden daha hayırlıdır…

Bütün peygamberlerin ortak misyonu, ilahi mesajı topluma taşımaktır… Dolayısıyla Müslüman’ın temel misyonu bellidir… İman iddiası olan herkesin mutlaka bir davası ve bu davaya bir daveti olacaktır…

Bu bakımdan davet, sadece kendisi için yaşayanların üstesinden gelebileceği bir görev değildir… Bir başkası için yaşama erdemini kuşananların hakkını verebileceği bir eylemdir…

Davet adanmışların, kendini aşmışların, aşk ve aksiyon adamlarının işidir…

Davet sadece kelime ve cümlelerden ibaret değildir… Bir hayat algısı, yaşam biçimi, mücadele azmidir… Burada yüreğin harekete geçmesi, ruhun ayağa kalkması söz konusudur…

Davet, toplumda işlenen her suçta, kendini sorumlu hissetme bilincidir… Her suç işleyenin suçuna bir yere kadar ben de ortağım, ıstırabı ile kıvranmaktır… Bunca suç ve suçlu ertelenen davetin sonuçları değil midir?

Evet, cehaletle savaşın ismi davettir…

Bu savaşta yeryüzünde Allah’ın kamçısı değiliz… Hakkın temsilcisi, rahmetin taşıyıcısıyız… Bu savaş; fütuhat, ganimet, şecaat mücadelesi değil, insanları İslam’a irşad, hidayete davet gayretidir… Kalkış noktası iktidar, intikam ve ihtiras olmayınca, ila’yı kelimetullah öne çıkacaktır…

Şimdilerde İslami sorumluluklarımız bağlamında kendimizi nasıl konumlandırıyoruz?Ne ile sınırlıyoruz?

Bizim salih olmamız bile yeterli değil, muslih/ıslah edici olmamız gerekiyor… Hem de kolektif bir ruh ile… Ciddi bir örgütlenme ile… Toplumsal sorumlulukları ihmal etmeden, toplumsal ıslah projelerimizi hayata geçirmek mecburiyetindeyiz…

Kendimizi tanımlarken; bir hayır kurumu, basın kuruluşu, siyasi bir oluşum, ilmi bir kurul, illegal bir örgüt olmanın ötesinde ve öncesinde kuşatıcı, kapsayıcı, insanları kardeşleştirici bir hareket olduğumuzu unutmadan alana inmeliyiz… Peygamberlerin mesleği, görevi ne idiyse bizi bekleyen sorumluluk da odur… Ve tüm yeryüzü sorumluluk alanımız…

Ama öncelikle bugün davetçilerimizi, dava adamlarımızı bu ulvi göreve ikna etmek gerekiyor… Yılların dava adamları kendilerini iptal ettiler… Mesailerini tatil ettiler… Yoksa kulvar mı değiştirdiler?Alana inmek için hangi günü beklerler?

Hani bizi öldürmeye gelen bizde dirilecekti? Peki, bugün bizi kim diriltecek?

Nesillerimiz cehennemin gayyasına müşteri olurken, biz vadiye, derbiye, diziye takılı kalabilir miyiz?Yitik kuşakların hesabını verebilir miyiz?

Ben, davet çalışmalarımızın etkisiz kalacağından, sonuç alamayacağımızdan korkmuyorum… Bizde davet etme isteğinin uyanmamasından endişe ediyorum…

Yeniden İslami davet sorumluluğuna kim bizi ikna edecek?

Nedense ilham gelmiyor, iştiyak uyanmıyor… Düne kadar bize kapalı olan kapılar bugün açık… Hatta kalpler bile açık…

Üstümüze çöken bu ağırlık nedendir?Bu hastalığın bir izahı var mıdır?

Yoksa dünyevileştik mi? Bireyselleştik mi?

Düne kadar davet aşkı ile fakülteyi habire uzatan, evliliği sürekli erteleyen biz değil miydik?

Şimdi bu çağa söyleyecek sözümüz kalmadı mı?Yoksa sözü söyleyecek mecalimiz mi yok?

Ya da soruyu şöyle sorayım: Davet aşkımızı söndüren, mücadele azmimizi kıran hangi günahlarımız? Hangi kusurlarımız?

Dostlar! Bu fetret bitmeli, bu davet sürmeli, bu ocak tütmelidir…

Ninovalarımıza dönmekten gayrı çıkış yolumuz yok… Yunusça bir nedametle, nebevi bir duruşla…

Hz. Yunus (a.s.) ne diyordu?

“Zunnûn’u (Yunus’u) da. Hani öfkelenerek (davet yerinden) gitmişti de bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar içinde, ‘Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben gerçekten zalimlerden oldum’ diye seslendi.” (Enbiya, 87)

Tevbe, tevhid ve tesbih ile tekrardan dönüş… Yeniden doğuş…