Çaya çorbaya demokrasi
Başlığı gören kimileri “Her şey
bitti sıra demokrasi eleştirisine mi geldi” diyerek haklı bir sitemde
bulunabilir. Bu vesileyle peşinen söyleyeyim: Kızgınlığım demokrasiye değil,
zihin tembelliğimize. Zihin tembelliğimiz nedeniyle çöle döndürdüğümüz düşünce
dünyamıza. Bu nedenle başlıktaki “demokrasi” kelimesini kaldırıp yerine rahatlıkla
“laiklik” sözcüğünü yazmam da mümkün. Hatta “Kemalizm” terimini dahi
kullanabilirim. Bazı İslamcıların dönüp dolaşıp geldiği menzil olması hasebiyle
belki de daha isabetli bir kavram dahi kullanmış olabilirim.
Çölün sebebi çok basit: Kuraklık...
Düşünce dünyamızı kurarken kendi kavramlarımızı kullanmıyoruz. Batı’dan
devşirdiğimiz kavramlarla kendimize bir dünya kurduğumuzu sanırken aslında ideolojik
bir koza örüyoruz. Boğulmamak için
kozasını yırtıp başlarını eski dünyaya çıkaranlar “oh be dünya varmış” diyorlar. Böylece on
kasımlarda minnet saygı mesajları yayınlamaktan imtina etmez hale geliyorlar.
Peki, iflas mı ettik? Ben şahsen
böyle düşünmüyorum. Bilakis olayın ehemmiyetinin yeni yeni farkına varmaya
başladık. Savrulmalar elbette olacak. Bu önceki ideolojik bağlılığımızdan,
birlikteliğimizden zannımca daha hayırlı neticelere Müslümanları kavuşturacak.
Eskiden sadece protesto ediyorduk. Adaletsizliği, haksızlığı ve bir asırdır
ezilmişliğimizi. Şimdi artık protesto eden değil, edilen makamında bulunulduğu
zehabı ile bazı yoldaşlarımız şaşırmış vaziyette. Şaşkınlar çünkü neticeden memnun değiller.
Görülenin hoş bir rüya olduğu zannı ile gerçeğe uyandıklarını sanıyorlar.
Aldanıyorlar... Makam, mevkii mansıp
hayallerine kavuşamadıkları için şahsi kızgınlık içerisinde olanları elbette
kastetmiyor, hesaba dâhil etmiyorum. Keza yine pek çok kişinin emekleri ile
kurulan masayı başka mecralardan gelip de “sofra” diye zıkkımlanan sonrada gösteriş
yaparak toplum ile ilkelerimiz arasındaki güvenin zayıflamasına sebep olan
asalakların vaziyetinden de söz etmiyorum. Sadece dikkatimizi çekmekle iktifa
ediyorum.
Protesto edenler duygusal birlik
içerisinde olurlar. Protestolarını da bir ideolojik kılıf içerisinde sunarlar.
Karşılarında somut bir hedef vardır. Kişi, zümre, siyasi iktidar gibi. Hasım
yıkılıp yeri işgal edildiği zaman bütün sorun bitecektir. Her şey düzelecek dünya
güllük gülistanlık olacaktır, sanılır.
Peki ya zihinler? Zihniyet değişmeden
belki iktidar değişir, ama yeni bir dünya kurulamaz. Yeni bir dünyanın
kurulması düşünce ile alakalıdır. Düşüncelerin yapı taşları da kavramlardır. Mevcut dünyanın haricinde bir dünya
kurulacaksa, mevcut zihniyetin temel kavramları ile amacınıza ulaşamazsınız. Sadece
muhalefet eder, iktidarın el değiştirmesine vesile olur ve isteseniz de
istemeseniz de eskiyi tekrar üretir ve meşruiyetinizi kaybedersiniz.
Lakin unutulmamalıdır ki her iktidar
aynı zamanda ya bir “engel” ya da bir “imkân”dır. İktidar değişikliği ile önünüzdeki
en büyük engeli kaldırmış olursunuz. Bunu imkâna çevirmek ise sizlerin çabasına
bağlı... Bu ise iktidardakilerin
haricindeki mütefekkirlerin çabası ile doğru orantılı bir husus.
Müteahhitliğe evirilenlerin değil...
Bu nedenle esasen iktidarın dili ile
düşünürün dili dahi birbirinden farklı olmalıdır. İktidar reel dünyanın
içerisindedir. Bu nedenle ayrı bir dünya kurmaya fırsatı olmaz. Yeni bir dil
üretemez. Lakin mütefekkir bir yandan faklı bir dünyanın temellerini atarken
öte yandan ürettiklerini reel düzleme yerleştirmenin formülleri ile uğraşır.
İşte burada kavramlar devreye
girecektir. Girmek zorundadır aksi halde iş dönüp dolaşıp iktidarın
başarısızlığına ve onu taşıyan hareketin yozlaşmasına dayanacaktır.
Açıkça soralım “demokrasi”,
“laiklik”, çağdaşlık”, “özgürlük” gibi kavramları tüketen bir hareket yeryüzü
üzerinde Batı’nın kurduğu sistemler haricinde bir toplumsal yapı kurabilir mi?
Hayır! İktidarı değiştirir ama dünyayı değiştiremez!
Zamanla eski cazip gelmeye başlar. Yahut
muhalefet etmenin bir yolu olarak kullanılır. Kemalizm’in sık sık dile gelmesi
elbette boşuna değil. Hatta kimi İslamcıların dahi Kemalizm’den dem vurmaları
da izahtan uzak bir ricat değil.
Konuyu daha somut hale getirmek için
yine Şankıti’den örnek vereyim.
Tuğla kalınlığında bir kitap yazacaksın sonra işi demokrasi ile sonlandıracaksın.
Adama sormazlar mı “bunca uğraş neden?” diye. Hani demokrasinin Batı’da
oluşumunun sebepleri? Hani bizim toplumumuz ile Batılı toplumların gelişimlerinin
ayırt edici tarihi çizgisi? İşler kopyala yapıştır şeklinde olsaydı Türkiye’nin
hiçbir sorunu kalmaz dünyanın en gözde ülkesi olmuş olurduk.
Ne Peygamber, ne kurucu toplum olan
ashap ve ne de 14 asırlık gelenek atlanılarak hiçbir şeyin elde edilemeyeceği
artık kaziye-i muhkeme halini aldı.
Çünkü “çaya çorbaya demokrasi” ile olmadığı gibi “çaya çorbaya Kur’an”la da olmuyor.