Çav Bella
Geçenlerde akranlarımdan birine Marmaray' da yer verince, "Sen neden oturmuyorsun?" sorusu ile karşılaştım. "İncelik göstermek istedim" dedimse de tatmin olmamış gibi duraksayınca "Henüz yorgun değilim, buyurun lütfen" diyerek şaşkınlığına acil bir gerekçe buldum. Ses erkeksiydi. Yüzüne tekrar bakarak hemcinsim olduğuna kanaat getirdim. Pop-ozitif ayrımcılığa eleştirel bakıyor olsam da o an yapmayı istedim. İçimden gelmekte olan, hiç gitmemekte olan "Kabul et iste, yorgun ve hadi henüz yaşlılığa değilse de yaş alanlara adaysın. Otur aşağı ve dinlenmene bak! ve bunun gibi sesleri bastırdım. Derken toplu taşım müzisyenliği yapan mızıkacı çocuk, o bir ara takıntı halinde söylenen 10. yıl marşının yerine ikame edilmiş marş ezberiyle çıka geldi. “Yettim ablalarım!” der gibi…
Hani bir
şarkı bizi alır götürür ya. Hiç öyle olmadı. Bu marşları politik zıtlaşma
malzemesi yapıp kirlettikleri için safiyetle dinleyip de gündelik telaşları bir
an olsun unutup gidemiyor insan. Aman neyse…İşte bizim ayakları kapkara,
bakımsız çocuk o kişisel hiç bir yükü almayan ve her yerde dayatılan malum
marşlardan birinin gelişi güzel tınısıyla güya evrensel mızıkçılığına başladı.
Eğer sadece belli bir kesimin politik hıncı yüklenmemiş olsaydı belki pirinç
tarlasında çalışmaktan yorgun düşmüş o İtalya insanının “Elveda güzelim”
deyişinde dahi az da olsa hep birlikte dinlenebilir, birlikte
melankolikleşebilirdik. Ama nafile. Öfke ve hınçları bir şarkıyı dahi
paylaşmaya ve sözlerinde yaşanabilecek ortak duygulara izin vermiyor vesselam.
İstanbul
son günlerde bazı ülkelerin toptan boşaltıldığı, tüm halkının silkelendiği bir
şehir oldu. Son derece kalabalık. O hengamede yine de duyulan bu müzik sesine
teşekkür babında parayı cüzdanımdan çıkardım. Bir süre elimde tuttum. Hatta
ellerimde dans ettirdim. Tınıyı biliyorsunuz. Çünkü biliyorum ki toplu taşım
müzisyenleri parayı aldıkları anda hizmeti de alıp/susup ikiliyorlar. Kaç defa
desteklemek adına parayı uzattığım anda müziğin durmasına ve sözü toplu taşımda
sinirli seslerle kavgaların bestelenmesine şahidim. Bu defa yanılmadım. Epeyce
dinledikten sonra bir güzel ödememi yaptım. Tabii ki nakit. "Bella"/
Yakışıklım" dedim, '"Çav!"
Çav
Bella Bella Ciao’nun /Elveda Güzelim” cümlesinin telaffuz çevirisi. II. Dünya
Savaşı sırasında İtalyan partizanların ezberi imiş. Dünyaca meşhur pek çok kişi
ve grup tarafından seslendirilmiş. Ülkemizde de Grup Yorum Çav Bella’sıyla,
Mehmet Taneri de “Sen SenSen” adı ile yorumladı. Şarkıyı kendince farklı
yorumlayan gruplar da oldu.
İtalya’nın Mussolini döneminin isyankar şarkısının bu kadar tutulması ve yaygınlaşmasının nedenini anlamak güç değil. Sadece kendileri de dünya görüşünde, davranış bütünlüğünde son derece faşist, dayatmacı olduklarının farkına varmadan sürekli düşman belledikleri ve istemedikleri kişi ve kesime karşı bunu tutturmuş olmaları ve koca bir şarkıyı bir sokak nakaratı haline getirmelerini anlamakta zorlanıyor insan. Bir şarkının antifaşist bir özgürlük ve direniş marşı olarak kullanılması anlaşılabilir. Direnişin bir sanat türü ile, bir şarkı ile olması da nahif bir durum aslında… Fakat herkesi karşısına alan ve herkesi tarayan bir silah haline getirilmesini anlamakta güçlük çekiyor insan. Özgürlük doğal bir hak. Herkes için.
Fakat
özgürlüğü arama sürecinde faşistleşmeyi anlamakta güçlük çekiyoruz.
Derken
Hilal Cebeci bambaşka bir yorum getirip bir kesimi farklı sarstı, aynı
şarkıyla. Fakat kendisi de bir röportajında -devrimci olmaya çalıştığı-
şeklinde izah etmiş durumu. Ben de izledim, nasıl devrimci olunuyorsa dair bir
şeyler öğrenebilmek için…
Geçmiş
yıllarda bir Mayıs ayında İzmir’de cami hopörlerinden de çalındığını hepimiz
biliyoruz. O dönemde kale edindikleri İzmir ve malum kesim kıs kıs güldü. Biz
de onlar için güldük. Varlığına inanmadıklarının sözüm ona yokluğu ile
kavgalarının en temel ve iç savaşları olduğunu bildik de güldük. Kahkaha
değildi ama. Kahkahanın içinde kaç tane ah var. Öylesine güldük geçtik.
Kanaatimce;
bu şarkıyı bir öfke nöbeti gibi, yenilgiyi zaferleştirme gibi olmadık tarzlarda
kullanmanın, belki de ilk söyleyen ve besteleyenin kemiklerini sızlata sızlata-hadi
kaliteli bir isyan, saygın bir başkaldırı olsa neyse de- hınca hınç bir
düşmanlık ve kutuplaşma malzemesi yapmanın neresi devrimcilik oluyor? Bunu sorgulamaları
gerekiyor. Oturun bir de siz yerli halk şarkısı icat edin. Bir kere kendiniz
olun. Öyle bir halk şarkısı olsun ki; içinde herkesin sahip çıkacağı
sorgulamalar olsun. Sorgulananların, başkaldırılanların kulak kesileceği
üslupta olsun. Ha, kendiniz olunca bu kadar sahiplenmiyor, dışlanıyor musunuz?
Dönüp kendiniz olmayı sorgulayın. Bir gece, geceler boyu ayık bir halde
kendiniz gerçekten kendiniz misiniz, bunu düşünün…
Bunu
hepimiz düşünelim. Sevdim bu hayati ödevi. Ki daima yapageldiğimizdir.
Bir de
bu kadar anonim folklorik şarkıyı bir savaş talanı gibi, bir ganimet talanı
gibi kişiselleştirmek, kesimselleştirmek te neyin nesi… (O an uydurulan yeni
söylenişler ve kelimelerim için özür dilerim. ) Herkesin yorgun düştüğü,
sevdiklerinden ayrıldığı “pirinç tarlaları” nın ve çalışma hayatımızın,
dolayısıyla sosyal ve özel hayatlarımızın hep birlikte nasıl iyileştirileceğini
düşünmek bu kadar mı zor? Neden çok insani ve herkesin olan meseleleri salt
kendi meseleniz yapıyor ve bundan bir sorun-çözüm
kıskançlığı çıkarıyorsunuz?
Vallahi bu
tip davrananları anlamaya çok çalıştığım halde hala anlayamamış olmamı; ortak
insani düzey ve birlikte yaşama istek ve samimiyet hizasını yitirmiş olmalarına
ve karşıtlığı, kutuplaşmayı basit ve düzeysiz mahalle kavgasına dönüştürmüş
olmalarına bağlıyorum.
Ki hiç
unutmuyorum. Burgazada’da Cuma ikindisinden başlayarak sabahlara kadar çok
değişik versiyonlarda son ses çalınan 10. Yıl marşı eşliğinde zil zurna dans
edildiği geceler, yukarıda okumalar, düşünmeler ve uyumaya çalışmalarımı
katlettiklerini. Yine aynı tayfa… İzmir’de sırf onların genci olmadığım için
bütün gençliğimi boğmaya çalışan o öfkeden zilliye zurnaya dönmüş tayfa. Bunlar
kin bağıyla diğer insan ırklarından ayrılan “özel bir ırk.” Öfke ırkı…
Kendileri gibi olmayan herkesi yok etmek için yolda, vapurda, bir mekanda,
belli semtlerde “sefer”de, “cihat”talar. Tıpkı din bağıyla birbirlerine
bağlanmış ve yine aynı bunlar gibi kendilerine ayrıcalık ve manevi statü
yükleyen diğer “özel ırk” gibi…
Bu
tipler içinde bulunduğu kesimleri de töhmet altında bırakan ve karşıtlaşmanın
asıl sebebi olan tipler… Kendi kesimleri için de en baş tehlike olan tipler…
Yorulduk
bunlardan. Dünya yoruldu. Tarih bitap düştü. Gün yoruldu. Memleket üzüldü.
Toprak çürüdü, göğün yüzü düştü. Güneş söndü bunların yüzünden. Yaşam alanı
zıtlaşma, tartışma, çekişme, kavga, kapışma, savaş, her çeşit öldürme; yok
sayarak, var olmasına müsaade etmeyerek, bizzat canını, emeğini, terini, kanını
boşa akıtarak öldürme alanı oldu.
Çav mış,
Bella’ymış… Herkes için özgürlük iste de göreyim! Özgürlüğü ilkesizlik, hakaret
ve saldırganlık değil, ilkelilik, başkasını yok etmeden var olma çabası olarak
anla ve yaşa da göreyim!
Galiba
bu şarkıyı, ya da benzerini en saf şekilde Musevi’ler söylüyormuş. Onu dinleyemedim.