Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Eylül 2022

Çav Bella

Geçenlerde akranlarımdan birine Marmaray' da yer verince, "Sen neden oturmuyorsun?" sorusu ile karşılaştım. "İncelik göstermek istedim" dedimse de tatmin olmamış gibi duraksayınca "Henüz yorgun değilim, buyurun lütfen" diyerek şaşkınlığına acil bir gerekçe buldum. Ses erkeksiydi. Yüzüne tekrar bakarak hemcinsim olduğuna kanaat getirdim. Pop-ozitif ayrımcılığa eleştirel bakıyor olsam da o an yapmayı istedim. İçimden gelmekte olan, hiç gitmemekte olan "Kabul et iste, yorgun ve hadi henüz yaşlılığa değilse de yaş alanlara adaysın. Otur aşağı ve dinlenmene bak! ve bunun gibi sesleri bastırdım. Derken toplu taşım müzisyenliği yapan mızıkacı çocuk, o bir ara takıntı halinde söylenen 10. yıl marşının yerine ikame edilmiş marş ezberiyle çıka geldi. “Yettim ablalarım!” der gibi…

Hani bir şarkı bizi alır götürür ya. Hiç öyle olmadı. Bu marşları politik zıtlaşma malzemesi yapıp kirlettikleri için safiyetle dinleyip de gündelik telaşları bir an olsun unutup gidemiyor insan. Aman neyse…İşte bizim ayakları kapkara, bakımsız çocuk o kişisel hiç bir yükü almayan ve her yerde dayatılan malum marşlardan birinin gelişi güzel tınısıyla güya evrensel mızıkçılığına başladı. Eğer sadece belli bir kesimin politik hıncı yüklenmemiş olsaydı belki pirinç tarlasında çalışmaktan yorgun düşmüş o İtalya insanının “Elveda güzelim” deyişinde dahi az da olsa hep birlikte dinlenebilir, birlikte melankolikleşebilirdik. Ama nafile. Öfke ve hınçları bir şarkıyı dahi paylaşmaya ve sözlerinde yaşanabilecek ortak duygulara izin vermiyor vesselam.

İstanbul son günlerde bazı ülkelerin toptan boşaltıldığı, tüm halkının silkelendiği bir şehir oldu. Son derece kalabalık. O hengamede yine de duyulan bu müzik sesine teşekkür babında parayı cüzdanımdan çıkardım. Bir süre elimde tuttum. Hatta ellerimde dans ettirdim. Tınıyı biliyorsunuz. Çünkü biliyorum ki toplu taşım müzisyenleri parayı aldıkları anda hizmeti de alıp/susup ikiliyorlar. Kaç defa desteklemek adına parayı uzattığım anda müziğin durmasına ve sözü toplu taşımda sinirli seslerle kavgaların bestelenmesine şahidim. Bu defa yanılmadım. Epeyce dinledikten sonra bir güzel ödememi yaptım. Tabii ki nakit. "Bella"/ Yakışıklım" dedim, '"Çav!"

Çav Bella Bella Ciao’nun /Elveda Güzelim” cümlesinin telaffuz çevirisi. II. Dünya Savaşı sırasında İtalyan partizanların ezberi imiş. Dünyaca meşhur pek çok kişi ve grup tarafından seslendirilmiş. Ülkemizde de Grup Yorum Çav Bella’sıyla, Mehmet Taneri de “Sen SenSen” adı ile yorumladı. Şarkıyı kendince farklı yorumlayan gruplar da oldu.

İtalya’nın Mussolini döneminin isyankar şarkısının bu kadar tutulması ve yaygınlaşmasının nedenini anlamak güç değil. Sadece kendileri de dünya görüşünde, davranış bütünlüğünde son derece faşist, dayatmacı olduklarının farkına varmadan sürekli düşman belledikleri ve istemedikleri kişi ve kesime karşı bunu tutturmuş olmaları ve koca bir şarkıyı bir sokak nakaratı haline getirmelerini anlamakta zorlanıyor insan. Bir şarkının antifaşist bir özgürlük ve direniş marşı olarak kullanılması anlaşılabilir. Direnişin bir sanat türü ile, bir şarkı ile olması da nahif bir durum aslında… Fakat herkesi karşısına alan ve herkesi tarayan bir silah haline getirilmesini anlamakta güçlük çekiyor insan. Özgürlük doğal bir hak. Herkes için. Erkes için.her

Fakat özgürlüğü arama sürecinde faşistleşmeyi anlamakta güçlük çekiyoruz.

Derken Hilal Cebeci bambaşka bir yorum getirip bir kesimi farklı sarstı, aynı şarkıyla. Fakat kendisi de bir röportajında -devrimci olmaya çalıştığı- şeklinde izah etmiş durumu. Ben de izledim, nasıl devrimci olunuyorsa dair bir şeyler öğrenebilmek için…

Geçmiş yıllarda bir Mayıs ayında İzmir’de cami hopörlerinden de çalındığını hepimiz biliyoruz. O dönemde kale edindikleri İzmir ve malum kesim kıs kıs güldü. Biz de onlar için güldük. Varlığına inanmadıklarının sözüm ona yokluğu ile kavgalarının en temel ve iç savaşları olduğunu bildik de güldük. Kahkaha değildi ama. Kahkahanın içinde kaç tane ah var. Öylesine güldük geçtik.

Kanaatimce; bu şarkıyı bir öfke nöbeti gibi, yenilgiyi zaferleştirme gibi olmadık tarzlarda kullanmanın, belki de ilk söyleyen ve besteleyenin kemiklerini sızlata sızlata-hadi kaliteli bir isyan, saygın bir başkaldırı olsa neyse de- hınca hınç bir düşmanlık ve kutuplaşma malzemesi yapmanın neresi devrimcilik oluyor? Bunu sorgulamaları gerekiyor. Oturun bir de siz yerli halk şarkısı icat edin. Bir kere kendiniz olun. Öyle bir halk şarkısı olsun ki; içinde herkesin sahip çıkacağı sorgulamalar olsun. Sorgulananların, başkaldırılanların kulak kesileceği üslupta olsun. Ha, kendiniz olunca bu kadar sahiplenmiyor, dışlanıyor musunuz? Dönüp kendiniz olmayı sorgulayın. Bir gece, geceler boyu ayık bir halde kendiniz gerçekten kendiniz misiniz, bunu düşünün…

Bunu hepimiz düşünelim. Sevdim bu hayati ödevi. Ki daima yapageldiğimizdir.

Bir de bu kadar anonim folklorik şarkıyı bir savaş talanı gibi, bir ganimet talanı gibi kişiselleştirmek, kesimselleştirmek te neyin nesi… (O an uydurulan yeni söylenişler ve kelimelerim için özür dilerim. ) Herkesin yorgun düştüğü, sevdiklerinden ayrıldığı “pirinç tarlaları” nın ve çalışma hayatımızın, dolayısıyla sosyal ve özel hayatlarımızın hep birlikte nasıl iyileştirileceğini düşünmek bu kadar mı zor? Neden çok insani ve herkesin olan meseleleri salt kendi meseleniz yapıyor ve bundan bir sorun-çözüm kıskançlığı çıkarıyorsunuz?

Vallahi bu tip davrananları anlamaya çok çalıştığım halde hala anlayamamış olmamı; ortak insani düzey ve birlikte yaşama istek ve samimiyet hizasını yitirmiş olmalarına ve karşıtlığı, kutuplaşmayı basit ve düzeysiz mahalle kavgasına dönüştürmüş olmalarına bağlıyorum.

Ki hiç unutmuyorum. Burgazada’da Cuma ikindisinden başlayarak sabahlara kadar çok değişik versiyonlarda son ses çalınan 10. Yıl marşı eşliğinde zil zurna dans edildiği geceler, yukarıda okumalar, düşünmeler ve uyumaya çalışmalarımı katlettiklerini. Yine aynı tayfa… İzmir’de sırf onların genci olmadığım için bütün gençliğimi boğmaya çalışan o öfkeden zilliye zurnaya dönmüş tayfa. Bunlar kin bağıyla diğer insan ırklarından ayrılan “özel bir ırk.” Öfke ırkı… Kendileri gibi olmayan herkesi yok etmek için yolda, vapurda, bir mekanda, belli semtlerde “sefer”de, “cihat”talar. Tıpkı din bağıyla birbirlerine bağlanmış ve yine aynı bunlar gibi kendilerine ayrıcalık ve manevi statü yükleyen diğer “özel ırk” gibi…

Bu tipler içinde bulunduğu kesimleri de töhmet altında bırakan ve karşıtlaşmanın asıl sebebi olan tipler… Kendi kesimleri için de en baş tehlike olan tipler…

Yorulduk bunlardan. Dünya yoruldu. Tarih bitap düştü. Gün yoruldu. Memleket üzüldü. Toprak çürüdü, göğün yüzü düştü. Güneş söndü bunların yüzünden. Yaşam alanı zıtlaşma, tartışma, çekişme, kavga, kapışma, savaş, her çeşit öldürme; yok sayarak, var olmasına müsaade etmeyerek, bizzat canını, emeğini, terini, kanını boşa akıtarak öldürme alanı oldu.

Çav mış, Bella’ymış… Herkes için özgürlük iste de göreyim! Özgürlüğü ilkesizlik, hakaret ve saldırganlık değil, ilkelilik, başkasını yok etmeden var olma çabası olarak anla ve yaşa da göreyim!

Galiba bu şarkıyı, ya da benzerini en saf şekilde Musevi’ler söylüyormuş. Onu dinleyemedim.