CARPE DİEM ENSELENMİŞ VE MERKEZE ALINMIŞ ANLAR
Kaçıyor, kaçıyor. Günler ve haftalar, aylar ve yıllar dört, sekiz, yoksa dokuz nala mı, bilinmeyene koşuyor. “Durdurun zamanı, inecek var!” diyemeyiz. İnmek ölüm. Uçağın durmaması ve bizim istediğimiz durakta inemememiz gibi.
O halde zamanı anlamaya çalışalım. Zaman eh biraz da,
ne birazı, daha çok içinde yaşanan hareket, yani işte içimiz veya dışımızdaki bütün
kıpırtılar, olaylar ve onların bize hissettirdikleri ise daha çok bizim
elimizde. Bizim yüzümüzden öyle deli deli koşuyor. Belki bizden kaçıyor.
Yakalamaca oynuyor kendince.
Zamanı sobelemek mümkün mü? An; tam da bu sobenin
vurulacağı o saydam, o gel geç, hiç de yerinde duramayan ve el kadar bile
olmayan kanatlı duvar mıdır?
Anı yaşamak olarak bilinen Carpe Diem, “günü yakala” diye
çevrilmiş. MÖ 23’te Romalı şair Horatius’un şiirinden düşmüş dünyaya. Gününün
gün etmek öyle çokça anlaşıldığı gibi haz odaklı bir yaşam değil, daima ölecek
olmanın bilgisi ile ömrüne, gününe, anına özen gösterecek bir yaşam anlayışı.
Kimseyi ve hiçbir şeyi umursamadan hunharca bir yaşam anlayışı ile alakası yok
maalesef.
Bir daha ele geçmeyecek diye günü, ömrü düşünmeden,
savurganlıkla yaşayamayız. Günler bizim ömrümüzün dilimleri… Kaçıyor diye
hoyratça koşarak değil, vaktin -saatten yardım almadan- farkında olarak, planlanmış
gün bozulabilir ve bozulursa yeni gelen güne-olana uyum gösterme manevrası ile
yaşamaya bakmak. Hatta diyelim ki bir
şekilde plan bozulduğunda karşılıklı gülümseyerek, sizin için başka yüksek bir
planın düşünüldüğüne saygıyla olanı anlamaya çalışarak geçirilen, böyle böyle tadına
varılan büyük bir dilim… Verimli bir bahçede çalışır, yorulur, gezinir,
dinlenir gibi ömründe de çalışıp, yorulup, gezinip dinlenmek… Bu alt düzende,
insan boyu-huyu hizasında plan bozucularla uğraşmamak, yaşam düzenimiz için
mücadele etmemek anlamına gelmiyor. Planı birlikte, demokratik olarak, istişare
ile, danış- konuş kurmak da bütün bir yaşama dahil. Bundan sonra, buna rağmen “bozuk
plan” ‘ı bozuk plak gibi anlamsızlıkla, mızmızlık yaparak karşılamak yerine
belki de bizim yapmış olduğumuzun düzeltilmesi, tashihi gibi de algılamalı.
Carpe diem üstüne yapıştırılmış o hedonist, salt hazcı
anlayışla değil, daima kendini, hep kendini ödüllendirme, ödül şımarıklığı ile değil,
bedelin getireceği dengeyle, emeğin getireceği kazancın hak edilmişliğiyle yaşanmış
olur. Sorumluluk duygusunun sorunluluğun önlemi olduğunun bilinciyle yaşanabilir.
Yarını boş vermek zorunda değildir ki bugünü yaşayacak
olan. Yarın düşü şimdinin ortasında çok sesli bir pop müzik gibi hoplayıp
zıplamamalıdır. Sırasını beklemelidir. Dün de baş köşede sessizce oturabilir
günün içinde. Fakat sessizce… Dünün vakti dündü, yaşandı, geçti. Bugün artık
bugünün hakkı… Lütfen!
Uygulanmış, boşa veya doluya çıkmış, tedavülden
kalkmış planlar ile henüz hiç uygulanmamış yeni planlar, kafa rafları ve hayali
dosyalar arasında kalarak anı kaçırmadan, geçmiş ve geleceğin tarafına sallanan
fakat şimdiyi uçuran bir salıncağa binmiş olmaya benziyor, bu.
Anı
hiç düşünmeksizin yaşayan da o andan itibaren ölsün mü? Bunu mu istiyorsunuz?
Amma da yaşadı, ömrü de aktı diye alay mı edeceksiniz bu hayatı yanlış anlamış,
yetişememiş yetişkinle? E ama neredeler? “Ötesini düşünme sen, yaşamaya bak!”
azmettiricileri ne ötede ne beride, olay yerinde yoklar. Bir de böyle bir yanı
var. "An'ı yaşa!"
sloganının yanlış baskısı altında şimdiki zamanı ezen ve "Hemen,
şimdi!" ‘ nin altında kalanlara ithaf etmeli miyim bu yazımı? Emin
değilim. Fakat an; kendisinden ibaret olmayabilir.
Geçmiş; geçmemiş bir halde, gelecek; gelmemiş bir halde anda saklı olabilir. An; kaderin tohumu olabilir. Ya
dikenli bir anı/z, ya deli yeşil bir bahçe olabilir.
Zaman
ve ömürle ilgili bütün sorunlarımı Kuran’da geçen iki satırlık Asr/Zaman adlı
sure ile çoktan çözümlemiş biri olarak dünya ve zaman algısında etkili olmuş
bir anlayışı irdelemekmiş bu anımın yaşamı… An’ı an felsefelerinden biri ile
yaşadım. Yoksa sadece yazdım mı?!