Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Nisan 2014

Çarıklı Varislerin Kuşatmasındaki Tedirgin Seçkinler

Abdulbaki DEGER

[email protected]

Türkiye'de anlamlandırılması, siyasal bir analize tabi tutulması güç olan durumlardan bir tanesi seçkinlerimizin toplum ile olan ilişkisinde açığa çıkan bayağılaşma/sıradanlaşma durumudur. Tarih, Siyasetbilim ve Sosyoloji alanlarının yanı sıra Psikanalizin de yardımıyla ayrıntılı olarak ele alınması gereken bu durum, ülkenin iç siyasetinde toplumsal bir gerilim kaynağı olduğu gibi elitlerimizin iç bünyelerinde de derin yırtılmalar oluşturmakta ve kronikleşen problemlere neden olmaktadır.

Seçkinlerimiz özel yaşam alanlarında, birbirleriyle olan ilişkilerinde, kültür-sanat çalışmalarında, bilimsel faaliyetlerin sürdürülmesinde ve üretiminde, kalburüstü pek çok ulusal ve uluslar arası etkinlikte başat rol oynamaktadırlar. Eğitim düzeyleri, çocukları ile ilişkileri, sosyal yaşam etkinlikleri, yaşam muhitleri, genel davranış kalıpları ve tüketim alışkanlıkları ile göz ardı edilemeyecek bir sosyal-kültürel sermayeyi yaşamaktadırlar ve bu durumları ile ötekiler için bir ilgi/çekim merkezidirler. Aynı şekilde belirli konulardaki toplumsal duyarlılıkları, çevre bilinçleri, kadına bakışları, hayvan hakları gibi pek çok alanda dikkate değer bir duyarlılığın bu kesimlerimizde geliştirildiğini gözlemlemek mümkündür. Ancak bütün bu görkemli manzara, toplum ile olan karşılaşmada nasıl oluyor da çökmeye başlıyor, yakalanan seviye hızla irtifa kaybına uğruyor?

Cafcaflı ifadesiyle kamusal alanda toplum ile ilişkilerinin, temaslarının başlamasıyla bakışları, yaklaşımları bütün duyarlılığını yitirmekte, sıradanlaşmakta, basitleşmekte kendini beğenmiş bir kibre dönüşmektedir. Halk retoriğinin sevimli olduğu ancak canlı-kanlı haliyle halkın çekilmez bulunduğu bu ilişki biçimi, normal düzeylerde kurulduğunda toplumun tümü için geliştirici bir işlevi olabilecek konumlarını, olası öncü rollerini boşa çıkardığı gibi aynı zamanda siyasal olarak geniş bir kuşatılmışlık duygusu içinde agresif bir umutsuzluğu beslemektedir.

Basit Gerçek Güzelim Teoriyi Berbat Etti

Seçkinlerimizin toplum ile olan ilişkisini pek çok açıdan Türkiye'nin Avrupa Birliği macerasına benzetiyorum. Türkiye'nin AB'ye adaylık sürecinde nasıl tarihsel hafıza ya da bilinçaltının sınırsız topografyası devreye giriyorsa seçkinlerimiz ile toplum arasında da benzer bir süreç yaşanmaktadır. Kendi içinde son derece demokratik, hak ve özgürlük alanlarına duyarlı bir pratikle tebarüz eden AB, iş Türkiye ile müzakere sürecine döndüğünde ya da kendi içindeki göçmenlik, islamofobi gibi meselelere kaydığında yaldızlı büyüsü tel tel dökülmekte, makyajı akmakta birden Ortaçağın ürkütücü pratikleri boy vermeye başlamaktadır. Kendi başına son derece sofistike duran yapı, ötekinin aynasında birden bilinç kaybına uğrayarak kendisini inkar eden bir savrulmada demirlemektedir. Aynada gördüklerinden memnun olmadıkları gibi aynayı tutana olan öfkeleri de şiddetlenmektedir. Ayna, basit bir gerçeğin güzelim teoriyi berbat etmesi gibi toplum da seçkinlerimizin kurgusunu bozarak onları altüst etmektedir. Sosyal-siyasal bir sorun alanına dönüşen bu durum, çözülmeyi bekleyen acil konularımızdan birisidir.

Cumhuriyet tarihimiz boyunca seçkinlerimizin ötekisi olarak kodlanmış olan toplumun sistemin merkezine doğru yürüyüşü canlı bir şekilde devam etmektedir. Seçkinlerimizin anlaması gereken en önemli şey, merkeze yürüyenler "Türkiye'nin ötekisi" olanlar değil, yalın ve moda ifadesiyle "öteki Türkiye"dirler. Onlar, değerleri, tarihleri ve kültürel arka planlarıyla resmi kimliğin "kurucu dışı" olarak kodlanmış olsalar bile tarihsel-toplumsal ana akıntının çarıklı varisleridirler. Seçkinlerimizin de veraset hakları vardır lakin toplumu üvey evlat modunda tutarak mirastan dışlamaya kalkışmaları sürdürülebilir değildir. Dolayısıyla bu aşamadan itibaren, bugünün ve geleceğin nasıl olmasına dair verilecek cevap, takınılacak tutum seçkinlerimizin toplum ile olan ilişkisinde önemli bir sorun alanı olarak önümüzde durmaktadır. Birbirinden yalıtılmış şekilde paralel evrenlerde yaşayan, empati kurma yetenekleri körelmiş kesimler şeklinde yüksek düzeyli bir gerim içerisinde yol almanın imkan ve ihtimali günümüz koşullarında iyice azalmıştır.

İçe Kapanma Ya da Küpteki Keskin Sirke

Toplumun siyasal, kültürel ve ekonomik sistemin merkezine doğru yürüyüşü kaçınılmaz bir şekilde dönüştürücü bir etkiyi beraberinde getirmektedir. Merkezi değiştirirken ya da değişim baskısı oluştururken de dönüşüme uğramaktadır. Örneğin sıradan bir gerçeğe dönüşmüş olmakla birlikte başörtüsü, tartışmasız bir inanç sembolü olarak kamusal alanda kendisine yer açarken eşzamanlı olarak geleneksel kadının rolündeki inanılmaz çözülmeyi de beraberinde taşımaktadır. Geleneksel dünyanın pratiğinde özel alanla özdeşleşen kadın, başörtüsü üzerinden modern dünyanın mahremiyetten yoksun kamusal alanına yerleşmektedir. Bu yerleşim modern olanı dönüştürdüğü gibi aynı zamanda başörtüsünü ve başörtülüyü de dönüştüren çift yönlü bir ilişkiyi resmetmektedir. Yaşanan dönüşüm sürecini, kendisini muhafaza ederek atlatmaya çalışan seçkinlerimiz, özellikle siyaset alanında büyük bir sıkışma yaşamaktadırlar. Düşünce, kültür, sanat vs gibi alanlarda sürdürülmesi görece daha kolay olan muhafaza durumu özellikle siyasetin katı dünyasında içinden çıkılmaz bir handikapa dönüşmektedir. Sıkışma durumlarının içe kapanma üzerinden aşılması stratejisi anlık rahatlama sağlayabilir ancak bunun çok geçici olacağı ve daha büyük bir kriz eşliğinde geri geleceğini gözlemlemek durumundayız. 30 Mart geçerliliği ve güvenilirliği yüksek olan son ölçek olarak önümüzde durmaktadır. Dolayısıyla pazarlıksız ve ötekinin varlığını tartışan keskin sirke hali önce küpüne zarar vermektedir.

Toplumun tüm bileşenleri oturtuldukları konumu eleştirerek yeni taleplerle, beklentilerle yol almaktadırlar. Aşırı mobilizasyonun olduğu yerde sınırları zorlanan, öteki ile teması çatışmalı bir hal alan ve daha da önemlisi bu temas halinde seviye kaybına uğrayan seçkinlerimizin, toplum ile anlama temelinde kuracakları ilişki öncelikle kendileri için sağaltıcı olacaktır. Öteki ile temasın vizyonu herkesin herkesle aynılaşması, düşüncede, eylemde bütünleşmesi, kaynaşmış bir kitle olması anlamına gelmez. Hiç şüphesiz siyasal ve toplumsal açıdan belirli düzeylerde bir gerilim olacaktır. Ancak bu gerilim siyasal ve toplumsal yapı tarafından taşınabilecek bir esneklikte olmalıdır. Taşınabilir düzeydeki gerilim hayatiyet belirtisi ve siyaseti mümkün kılan bir faktördür. Yoksa tüm çelişkilerden azade olarak ötekisiz olmak, başarı hikayesi değil yakıcı bir ceza anlamına gelir.