Canavar Uğultular'ın Yükselişi
İnsanı değerli kılan fakat sonradan değerini yitiren ne kadar çok şey varsa insanın durumu da o ölçüde kötüleşmeye başlıyor. Buna rağmen değerli olanı, sahip olduğu araçlarla değersiz hale getirenler ve bu durumun devamlılığı için çalışanlar, değerlerini muhafaza etmeye çabalayan az sayıdaki samimi insandan daha özverili ve görece daha ‘çalışkan’.
Birazdan şikâyet etmeye
başlayacağımız konunun başlangıç noktasını, reklam malzemesi haline getirip
sloganlaştırdığımız ‘bizi, biz yapan değerler’in yitirilişi, dolayısıyla insanın
kendini kaybetmesi oluşturuyor. İnsan her ne kadar kaybolduğunun bilincinde
olsa da, kendini arama yolculuğuna çıkması için bu farkındalığı yeterince ikna
edici bir neden olarak görmüyor.
Çağ’ın araçlarıyla
hakikatten uzaklaştırılmak; insanı, teknoloji, haz ve simülasyon üçgeni içerisinde
değerlerini aramak gibi büyük bir yanılgının/yangının içine çekiyor. Asıl
aradığımızın insanın içinde mündemiç olduğunu anladığımızda ise Batı’ya
bakmaktan boynumuzun tutulmuş olduğunu anlıyoruz.
Üstelik bu tutulmayı Batı’nın,
İslam Medeniyetinde kendini bulduğu gerçeği ortadayken yaşıyoruz. Kendisini yok
etme niyetinde olanları bile kendi bünyesinde dirilten İslam Medeniyetinin
insan anlayışı, ikiyüzlü Batı’yı dahi ayırt etmiyor. Batı ise buradan aldığı
güçle formlar üzerinden oluşturduğu normlarını, dünyaya dayatıyor. Bu aşamada Batı
yakasının diğer tarafı arkadaşını şikâyet etmek, eleştirmek için söz hakkı
isteyen çocuğun büyümesini bekliyor.
Hal böyle olunca herkesin
toplumun her kesimini eleştirdiği, fakat ne eleştirenin ne de eleştirilenlerin kendisini
suçlu hissetmediği gibi bir durum dünyadaki etki alanını genişletiyor. Kendini suçsuz
gören kalabalığın boğuculuğu, sahip olduğu en etkili silah olan canavar
uğultularla birleşince ortada ne müşteki ne sanık ne de tanık kalıyor.
Ana aktörlerin yok olması,
mevcut durumun toplum tarafından çaresizce değil büyük bir iştahla kabul
edilmesinin yolunu açıyor. İnsanın kendini aramıyor oluşunun ve konformist bir
kabullenişin devamlılığını sağlayan bu sonuç toplumca kanıksanınca, düşünme melekeleri
kısmi felce uğruyor. Oysa insan kendine doğru sorular sormayı başarabilseydi, derinlerde
kendisiyle yüzleşmeyi bekleyen cevapların sabırsızlığını da görebiliyor olurdu.
Yaşadığımız çağ, insanı
insandan uzaklaştıran her şeyin şaibeli olduğunu ve bu düsturla reddettiğimiz
her yolculuğun bizi hikâyemizin başladığı yere geri götüreceğini, bizatihi deneyimleterek
öğretiyor. Buradan yola çıkarak değerlerimizin, Ahsen-i Takvim yolculuğundaki insanı
asla yarı yolda bırakmadığını öne sürdüğümüzde “O eskidendi.” kabilinden, zamanla ölçülen, sevimsiz bir savunmanın
dinleyicileri oluveriyoruz. Uğuldamaya başlıyor lakin söz hakkı istemiyoruz. Bu
nedenle söz hakkı karşı tarafa geçiyor…
“İnsan aynı, fakat dünya çok değişti.” diyen ‘canavar uğultular’a, dünyanın
esasen insandan müteşekkil olduğunu fakat insanın dünyadan müteşekkil olmadığını
hatırlatmak boynumuzun borcu olarak kalıyor.
Bu borcumuza, İslam’ın
insana yüklediği emaneti türlü türlü araçlarla sabote edenlerin, esasen
kendilerini yok etmeye çalıştıkları gerçeğini de dâhil ediyoruz. Fakat bu
gerçek, insanı bir makine haline getirmeye çalışan, dünyaya geliş amacını
unutturan zehirli ve yok edici düşünceler kadar gündemimizi meşgul edemiyor.
OysaNietzsche’yi oldukça meşgul etmişti... Çünkü
Nietzsche, 19. yy ‘da çağdaş olarak addedilen kültürün, İslam irfanı yanında
son derece ‘yoksul’ ve ‘oldukça geç kalmış’ olduğunu söylüyor ve “Haçlılar, esasen önünde saygıyla eğilmeleri
gereken asil ve yüksek bir kültüre karşı savaş açmışlardı.” Diyordu.
Kalabalığın boğuculuğundan
beslenen ve modern hayatın tam ortasında kendine sarsılmaz bir makam elde eden ‘canavar
uğultular’ın tekrar yükselmeye başladığını duyuyoruz. Zaman, insanlığın yeniden
dirilişi için modern dünyanın ‘hiç bir şey’ haline getirdiklerini, yeniden ‘her
şey’ haline getirmek için çalışma zamanının geldiğini gösteriyor.