Çanakkale ruhuyla..
Gölgelerinde gül yetişmiş
Yolcuları kokluyorum şimdi
İçime çeke çeke
Ah Çanakkale!
Parmak uçlarım kan
Toprağın göğsünde uyur mu ki can
Baharın kalbini
Kınalı parmaklarımla eşelerken
Çiçekler… Çiçekler… Çiçekler
...
Adını peygamberinden alan Mehmetçik! Vatanını, namusunu, bayrağını, onurunu çiğnetmedi. İmandı onu açlık, uykusuzluk, zorluk sefalet ile de mücadele ettiren yılmadan. Ölüme koşabilmek, şehadeti anlamaktı… Şehadeti anlamak rabbe yakınlığı olmaktı. Güçlü bir arzuyla ona kavuşmaktı.
Her yıl yapılan anmalar bu teslimiyetten cüzler taşımalı idi ruhlarımıza. ‘’Nasıl bir imandı’ ’deyip sorgulatmalıydı. ‘’Direnci sabra ve teslimiyete dönüştüren ne idi’’ dedirtmeliydi.
Sadece bir tarih bilgisi olma algısından çıktıkça Çanakkale! Her okunuşunda nelere yol verecekti. İbadetin, sevginin, hoşgörünün, sabrın ve şehadet sevdasının yüreklerde açtırdığı çiçekleri derecekti sonra yeni nesiller.
Vicdan ve insan olma erdemini kaybettirmemişti savaş onlara. Kuran zikir ve duayı unutturmamıştı can havliyle. Nezaketin zirvelerini gösteriyorlardı soğuğa açlığa, ölüme, hasrete rağmen…
Okullarına elveda diyecek kadar kararlılık, ‘biz daha küçüğüz’ demeyecek kadar yüreklerini ortaya koyduran ne idi…
Bu ruhla yükselttikleri yürek! İmanla kuşatılmıştı elbet, ama nasıl… Bir taş hoşafla doyabilmeyi ve kuru ekmekle nasıl öğrenmişlerdi?
Esasen; evleri birer kaleydi işte onların. İman tefekkür tezekkür ve terbiyenin kuşattığı. Rab korkulmaktan öte yanlışlardan utanmaya değer en büyük merci idi.
Aynı ruh için! Birer kale olmalıydı şimdi evlerimizde. Çanakkale ruhu; erdemli evlerden çıkan imanlı, ahlaklı, ruhlarla oluşmuştu.
Harama asla el uzatmayan, kardeşinin haklarına saygılı, tok gözlü, rabbin rızasını her şeyden üst tutan erdemli şahsiyetlerle oluşmuştu.
Yaptığı işi en iyi yapan olmalıydık o ruh için. Fıtratını korumuş iman ve güzel ahlakla bezenmiş nesiller, zamanına seslenebilecekti ancak onlar gibi…
Aldığım terbiye rabden bir cüzdür diyebilmeliydi çağın çocukları da.
Unutulamayan bir doktordu belki o! İşte bu ruhla, adı bilinse de bilinmese de... Bir öğretmen…Bir mühendis…
Unutulamayan memur fırıncı, çaycı, kaptan...
Çanakkale ruhunu içselleştirmekti bu... Bulunduğu ortama değer ve iz katarak yaşamak…
Anlamalı ve dinlemeliydi o ruhu, dalga dalga yaymak sonra… Evlerden yenilgiye uğradıkça kuşatma olmayacaktı zaten. Her ev bir kale olmalıydı çocuk Çanakkale’nin doğurduğu. Öz değerlerinden inancından kopmayan. Ve düşman bunu hep diyebilmeliydi ‘’biz geçemedik o zaman Çanakkale’yi ve asla geçecek umudumuz da yok.’’
Benim Çanakkale ruhum sonsuza kadar kalmalıydı. Düşmana sevinç verecek her türlü halden azade olmalı idim. Tüm karşı fetihlere ben; ev içinden karşı koyacak donanıma sahip olmalı idim.
Toprağı alamamış düşman, benliğimi kimliğimi ele geçirmişse ülkemin dört bir yanında, bu vatana can vermiş yiğitlerin, ilmiyle can katmış alimlerin kemikleri sızım sızım sızlamaz mıydı?
Benim ruhum Çanakkale ile dün gibi nişanlı, ondan bir cüz ile capcanlı. Gözlerim bayrağıma çevrildikçe geçer şehitlerimin siluetleri. Düşer pıt diye gözyaşım. Bu şuurla büyüttüğüm gençliğin avuçlarında Çanakkale
...
Asrın dişleri öğütemedi seni
Durduramadı zaman senin kalp atışlarını
Kesemedi boğazını/en keskin kıyım araçları
Şükrediyorum…
Ve dinliyorum
Sessizliğin koynuna ser olmuş yolcuları
Dinliyorum
Onlar hala orada bekçiler
Bilsin ki tüm dünya
Çanakkale geçilemedi/geçilemez
...
Nilüfer Zontul Aktaş