Camilerimizde ribat zorunluluğu
İslam Ansiklopedisinde “RİBAT” başlığına baktım. “Sınır boylarında ve stratejik mevkilerde askerî amaçlı müstahkem yapılara verilen ad.”
Sonra internette “MURABIT” kelimesini aradım: “Kalbini Allah'a bağlayan. Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet bekleyen”
Müslüman ülke olan Türkiye’de MURABIT nedir, kime denir, ne işe yarar, nasıl bir ibadettir pek gündemimizde değil. Bizler daha çok ümmetin ağabeyi olmakla övünüp, öncü olduğumuzu iddia eden bir toplumuz. Ve çok rahatız.O kadar rahatız ki sanki İstanbul’u fetheden ceddimiz bizim günahları da sildirmiş de hepimiz kesin cennete gidecekmişiz gibi davranıyoruz.
İbadethanelere yaklaşımımız ise içler acısı.
“Nasılsa birileri gelir doldurur” mantığıyla camilerden uzak duruyoruz. Camilerimizin bir eksiği varsa üstümüze alınmadan “başkası yapsın” tavrını takınıyoruz. Sanki başkasınınmış gibi.Ancak bugün dünyanın farklı dinlerinin hüküm sürdüğü coğrafyalarda azınlık olarak yaşayan, o bölgelerdeki İslam eserlerinin başında nöbet bekleyen insanlar var.
Bunun en önde gelen örneği Filistinliler’in Mescid-i Aksa murabıtlığıdır.
Kendilerine MURABIT adını veren Filistinliler canları pahasına ilk kıblemizde var olmak için günün belirli zamanlarını hatta bazen her anını orada geçirir. Böylece tüm ümmetin boynunda olan ilk kıblemizi bekleme yükünü biraz olsun bizim omuzlarımızdan alırlar.
Allah dileyen herkese dünya üzerindeki tüm mescidlerde en azından var olmayı murabıt olmayı nasip etsin.
Mesele uzun ve derin ancak benim asıl konum başka.
Müslüman bir ülke olan Türkiye’de dini açıdan büyük bir rahatlık ve huzur ortamında yaşayan bizler zaman zaman şımarıklık sergiliyoruz. Hatta bu şımarıklık bazen öylesine üst sınıra çıkıyor ki kendini ümmetin öncüsü olarak gören ve rahat içinde yaşayan bizler bir Filistinli, bir Moro’lu, bir Sri Lankalı Müslüman kadar olamıyoruz.
Hem de İstanbul’da, Ankara’da ve başka birçok yerde.
Yeşilçam’ın yıllardır ortalama Müslüman Türk izleyiciye “camiye gerek yok yeterince var” diye empoze ettiği yalanın aksine her bir mescid, İslam’ın ileri karakoludur. Ve her bir mescidin de yüzde 99’unun Müslüman olmakla övündüğü halkımız tarafından doldurulması gerekmekte.
Medine’de yaşayan Mali’li bir Müslüman kardeşim İstanbul’u ziyaret etmeye geldiğinde duyduğu şaşkınlığı bana anlatırken yüzümü kızartan bir portre çizdi..
-”Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih camileri gibi devasa mescidleriniz var. Sahabeler, peygamberler, şeyhlerin camileri var. Ama hiçbirini 2 saftan fazla dolduramıyorsunuz. Bu nasıl iş?” diye sordu.
Açıkçası ben cevap veremedim. Bilmem sizin bir yanıtınız var mı? İşin daha vahim kısmı şu ki; büyükşehirler başta olmak üzere memleketin birçok yerinde camilerdeki cemaat sayısı tehlike çanlarının çaldığını gösteriyor.
Son yıllarda cemaati camiye çekmek için yapılan başarılı çalışmalar da yaraya melhem olamıyor.
Ortaköy hıncahınç dolu. Ama Mecidiye Camiinde toplasan 15 kişi var.
Dolmabahçe’de çay içmek için arabaya yer bulamıyorsunuz. Vakit namazlarında 3 kişi 4 kişi safta.
Süleymaniye’de bırakın sıradan günleri Ramazan’da kuru fasulyecilerde iğne atsan yere düşmüyor. Ancak camide 2 ya da 3 saf ancak doluyor.
Hergün binlerce turistin akınına uğrayan Sultanahmet Camii dolmuyor, doldurulamıyor.
Gerçekten bu nasıl iş?
Kimse kusura bakmasın. Bu, müslüman ülkede yaşamanın şımarıklığından başka birşey değil. Ayasofya tartışmaları sürerken Sayın Erdoğan çok güzel bir laf etti. Ortaya bir vizyon koydu.
-”Sultanahmet Camii’nde cemaat sokaklara taşsın. Ayasofya’yı öyle konuşuruz”
Olmadı. Cemaat sokağa taşmak bir yana 3 safı geçemedi. Bugün geldiğimiz noktada maalesef bazı camilerimizde murabıtlar beklemeye başladı.
Cemaati olmayan caminin ne demek olduğunu Balkanlar’da, Avrupa’da, Müslümanların azınlık olarak yaşadığı yerlerde yaşayanlara sorun size anlatsınlar. Yine kimse kusuruma bakmasın. Şapkayı önümüze koyup düşünme zamanı artık. Anadolu Müslümanları büyük bir şımarıklık içinde. Trakya’da yaşayanlar da aynı şekilde. Bu şımarıklık böyle devam ederse cemaatsiz camilere doğru hızlı adımlarla ilerliyoruz benden uyarması.
Peki, ne yapalım?
Sabah mı olur, öğle mi, ikindi mi, akşam mı, yatsı mı? Ben bilmem. Al bir abdest git camiye. Yarın dizini dövme.