Camideki Hoca
Sabri Hoca, uzun ve yorucu bir öğretim yılını geride bırakmıştı. Rahat bir nefes almıştı. Aile olarak bir tatil planı yapmak istiyordu. Kuzeye, daha kuzeye Safranbolu'ya gitmek istiyordu. Oradan da Doğu'ya varıp Van-Tahran otobüsüyle İran'a bir sefer düzenleyecekti. Hazar Denizi kıyısında arkadaşı Muhammed Bey, Şiraz'da da Emin Beyler onu bekliyordu. Kaşkay Türklerinin düğünlerine de davetliydi. Kayı'larla akraba olduklarını söyleyen Kaşkaylar'ın düğünlerini çok merak ediyordu.
Fakat Yaz tatili denildi mi sadece bu tatil planları yapılmıyor. Küçük çocukların Kuran kursları da başlıyordu. Sabri Hoca bu sefer bir baba olarak küçük oğlu Eren için de bir program yapmıştı. Hafta içi her gün saat 09.00-12.00 saatleri arasında Eren'i Cami'ye götürüp getirme işini de üstlenmişti. Sabri Hoca için Eren, iyi bir Kuran hafızı, iyi bir Kuran bülbülü olmalıydı. Kur'an'ı sadece hıfzetmek ve okumak değil anlayarak da okuyacaktı. Çocuklarını camiye gönderen bütün anne ve babalar da istemiyor muydu? En son camiye gittiğinde şuurlu bir baba ile tanışmıştı. Kur'an kursunun bir köşesinde derin bir sohbete dalmışlardı. Yer cami ve Kur'an kursu olunca konu da Kur'an üzerine olmuştu.
Kıymetli dostu, Sabri Hocaya Kur'an hakkında şunları söylüyordu: -Şu gördüğümüz duvarın yüksekliği nedir diye bir soru sorulursa camii hocası üç metre diye cevap verse ve biz de üç buçuk metre desek o zaman iş değişir. Aradaki ihtilafı nasıl çözeri? Tabi ki bir metre getirmek suretiyle duvarın gerçek yüksekliğini ölçebiliriz. Şimdilerde ise kimsenin metreye ihtiyacı yok gibi. Oradaki en büyük kim ise onun cevabı da geçer akçe olur. Oysa Kur'an'ın hükümleri, bir metre gibi sorunları, ihtilafları, sıkıntıları çözecek en büyük hüküm olması gerekmez mi? Ama maalesef çoğumuz bu hükümleri uygulamakta aciz kaldığımız için başka ölçüler ve ölçütler giriyor aramıza. Kimimiz atalar dini, kimimiz modernizmin hastalığına kapılmış gidiyoruzu2026
Sabri Hoca, yeni tanıştığı dostunun düşüncelerini çok beğenmiş onu tebrik ve takdir etmişti. Kendisi de kıymetli dostuna cevaben şunları söylemişti.
- Geleceğimiz için çocuklar, camilerin asli unsurları olmalı. Onlar için camilerin bir köşesi oyun alanları, çocuk bahçesi olmalı. Çünkü çocuk sesi gelmeyen bir yerde hayat olmaz. Camideki çocuk sesi bir gürültü değil bir melek cıvıltısıdır. Hele Kur'an kursuna gelen küçük çocuklar için büyükleri anladığı gibi cami bir ibadethane değil bir buluşma, görüşme, oyun oynama ve iyi insanlarla buluşma mekanı olmalıdır. Diğer yandan evde anne babalar, camii hakkında çocuklara bilgi vermeli, onlara camii adabını öğretmelidir. Kısacası çocuğa, camiye aidiyet hissi verilmelidiru2026
Sabri Hoca, bunu birkaç yıl önce gittiği Tataristan'ın başkenti Kazan'da tecrübe etmişti. Peki, ne yapıyordu Kazanlılar? Yıllar sonra dinu00ee vecibelerini yerine getirme iznini alan Tatar Müslümanları yeniden topyeku00fbn İslam'ı yaşamaya çalışıyorlardı. Ve onlar için olmazsa olmazı çocuklarıydı. Çocuklar için kreş, anaokulu hepsi bu caminin içerisindeydi. Caminin ikinci katı büyükler için ibadet yeriydi. Diğer yerleri birer yaşam alanıydı.
Sabri Hoca bu düşünceler ışığında kendi camilerine vardıklarında ise yıllar önce yaşadığı hatıra bir toz bulutu gibi etrafa dağılmıştı. Hoca, bilmeden büyük bir hakikatin eşiğine gelmişti. Mahallesindeki cami, muhteşem bir camiydi fakat burası ancak Cuma ve bayram günleri dolabiliyordu. Diğer zamanlarda ise camii, terk edilmiş bir vaziyetteydi. Beş altı yaşlı yaşlı amcanın vakit namazlarında geldiği cami, aslında hepimizin uğrak yeri olması gerekirdi. Caminin yanındaki sitede yüz daire olduğunu biliyordu. Ve karşısında da bir o kadarlık yaşam alanı daha mevcuttu.
Ara sıra kendisi de bu yaşlı amcalara karışıp vakit namazlarını camide kılıyordu. Fakat her camiye girdiğinde küçükken gittiği bir camide azarlanıp kovulduğunu hatırlıyor ve buna sebep olan çatık kaşlı amcaları. Bu nedenle her seferinde inşallah şimdi azarlanmam diye içine bir korku daha doğrusu korkuya yakın bir his düşüyordu.
Sabri Hoca bir cami hocası olmamakla beraber dinini öğrenmeye ve yaşamaya çalışan bir eğitimciydi. O, camide değil fakat okulda hocaydı. Pedagojik formasyon derslerini almış bir hocaydı. Eğitim kavramını, terbiye, mürebbiye kavramlarının anlam ve terminolojisini çok iyi biliyordu. Seküler dönemle birlikte okul ile caminin birbirinden ayrıldığını da biliyordu. Bu yüzden çocuğuna Elifba derslerini veren Kur'an kursu hocasına yardımcı olmak istiyordu. Kursta Kur'an'a geçmek üzere olan çocuklara ders çalıştırıyor, onlara okumalarında yardımcı oluyordu.
Sabri Hoca, Kur'an kursunda çocuklara verdiği derslerde cami hocasının iltifatını beklerken cami hocasından okkalı bir ikazla karşılaşmıştı.
-Hocam öğrencileri bir üst seviyeye geçiriyorsunuz. Lütfen bunu yapmayın, programımız karışıyor.
Aha! Dedi kendi kendine, Sabri Hoca.
-Eyvallah deyip geriye çekildi. Kendisinden ders almak için gelen öğrencileri kibarca geri çevirdi. Halbuki öğrenciler Kur'an'a çabuk geçmişler ve epeyce ilerlemişlerdi. Yoksa öbür türlü özel bir kursa gitmeyen çocukların Kuran'a daha girmeden okullar açılıyordu.
Ne yapsın Sabri Hoca. Burada da cami hocasından rol çalmıştı. Hele bir gün sonra liseye giden büyük oğluyla yaşadığı bir hatıra onu epeyce hırpalamıştı. Cami hocalığının ne kadar büyük bir paye olduğunu anlamıştı. Neydi olay? Cuma vakti Sabri Hoca önde çocuklar arkada Cuma namazına gidiyordu. Camiden hızlıca çıkan bir çocuk Sabri Hoca'ya seslenerek:
-Hocam sizin telefonunuz var mı? Acilen babamı aramam lazım da
-Evladım yanımda değil telefon.
Deyivermişti ki Sabri Hoca:
Büyük oğlan espriyi patlatmasın mı?
-Yahu baba iki gün camiye gittin. Bak çocuklar sana hoca diyorlar.
Vay beu2026 Kaderin şu cilvesine bak. Okulda öğrenciler Sabri Hocaya "hoca" diye hitap ederken. Camide bir harf öğrettiği çocuğun kendisine "hoca" denilmesi yadırganıyor. Hem de öz evladı tarafından. Ne diyordu şair? "O balıklar ki deniz içinde ama denizden habersizdir."