Cambaza Bak Cambaza Devrimi
27 Mayıs gecesi Taksim Gezi Parkı'nda yayalaştırma projesi kapsamında sökülen ağaçların "sosyal medya"aracılığı ile yayılmasıyla birlikte bütün "çevreci aktivistler"adeta birer domino taşı gibi Ankara, İzmir ve diğer vilayetlere serpilmeye başladılar. Masumbir "çevre protestosu"olarak başlayan eylemler, 28 Mayıs sabahı "barış elçisi" BDP Milletvikili Sırrı Süreyya Önder'in Taksim Gezi Parkı'nda meydana çıkması ve ardından polisin biber gazına maruz kalan "Kırmızılı Kadın" Ceyda Sungur'un simge pozuyla çığrından çıkmaya başladı.
Tersine fetih yaşanıyor
Fatihin İstanbul'u fethedişinin 560. yıldönümü sabahı İstanbul adeta "tersine fethi"andıran polis-eylemci arbedesiyle uyandı. Akşama doğru 3. Boğaz Köprüsü'ne ismi verilen Fatih'in torunu Yavuz Sultan Selim'in tarihi kişiliği bir kenara bırakılarak "40 bin Aleviyi katletti"dezenformasyonu yeniden servis edilmeye başlandı.
Masumane başlayan protestolar, günler geçtikçe adeta bir "hesaplaşma"ya dönüştü. 28 Şubat kalkışmasından sonra raflara kaldırılan tencere tavalar tekrar gündemdeki yerini alırken, anadan üryan sloganlarla AK Parti'ye diz çöktürme operasyonları hem içerden, hem de dışardan balon gibi şişirildi. Adnan Menderes'i asanlar, Turgut Özal'ı zehirleyenler, Erbakan'ısiyasetengömüp; üzerine beton dökenler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı "yemek"için ellerini ovuşturmaya başladılar. Paradan para kazanan "rant lobisi"bütün imkanları seferber ederek yeni bir "mahalle baskısı"yla ortaya çıktı. 28 Şubat sürecinde sahaya sürülen figürler topyekün devreye sokuldu.
Tencere tava hep aynı hava
Başbakan Erdoğan bu süreç içerisinde kendisini "Her yer Taksim, her yer direniş" sloganlarıyla test edenlerin gardını düşürecek hamleyi yaptı. 3 Haziran'da çıkacağı Afrika gezisi öncesinde "Evinde zorla tuttuğumuz yüzde 50 var"ve "Tencere tava hep aynı hava"ifadelerini bilerek ve isteyerek gündemin orta yerine bırakarak yolculuğuna çıktı.
Aklı evveller bu ifadelerin ne anlama geldiğini günlerce analiz etmeye çalışırken, Başbakan Erdoğan, Fas ve Tunus gezisi olan bitenlerin keyfini çıkardı. Güce tapınanlarla, memlekete hizmet için yırtınanların şeceresini yeniden not etti. Önünde uzun süredir oluşan puslu havanın arkasındaki dost-düşmanı daha net görme fırsatı yakaladı.
"Dik dur eğilme bu millet seninle"
Fas ve Tunus gezisi dönüşü Atatürk Havalimanı kendisini karşılayan onbinlerin "Dik dur eğilme bu millet seninle" sloganlarını karşılıksız bırakmayan Başbakan Erdoğan, yaptığı açıklamalarla "yumuşak lokma" olmayacağının sinyallerini bir kez daha yineledi.
Uludere'de 34 sivilin öldürülmesi, AK Parti Şırnak İl Başkan Yardımcısı Ramazan Dindar'ın katledilmesi, Gaziantep'in bayram gününde kana bulanması, F-4 savaş uçağımızın Suriye tarafından düşürülmesi, Reyhanlı'da bomba yüklü iki aracın patlatılması; birilerinin kaos butonun başına oturduğunu gösteren olaylar zinciriydi. AK Parti Hükümeti nezdinde Türkiye'yi itibarsızlaştırma oyununun en büyük çaplı halkası ise Taksim Meydanı'nda hortlatıldı. Başbakan Erdoğan'ın "Bir başbakan gündem oluşturmuyorsa o görevde bulunmasın zaten" açıklamasının ardından "Hayır o kadar da değil" denilerek başbakandan rol çalınmaya başlandı.
Hatırlayalım, yaklaşık 100 yıl önce "Hasta Adam"ilan edilerek emperyalistler tarafından parçalanan Osmanlı Devleti'nden ihdas edilen devletçikler bugün yine kan gölünü andırıyor. Ortadoğu coğrafyasında yeni bir oluşunun kanlı travması bütün bölgeyi kasıp kavuruyor. Ceset tarlasına dönen Suriye bakatlığına "Hasta Adam"ın mirascısı Türkiye'yi sokmayı başaramayan emperyalist aktörler, Gezi Parkı'nda "Türkleri biraz kuruyunca sulayın, biraz yeşerince de budayın..."sözünün gereği terbiye etmeye çalışıyor.
Görünen o ki, Suriye'den sonra sırayı Türkiye'ye getirme gayretinde olan küresel aktörlerin, emellerini gerçekleştirmek için AK Parti Hükümeti'ne diz çöktürme operasyonları devam edecek.
Önceki gün Ankara Sincan'da, dün de İstanbul Kazlıçeşme'de milyonları mey-danlara toplayan Başbakan Erdoğan, ulusa değil dünyaya seslenerek; "küresel çapulcular"a teslim olmayacaklarını, oynanan kirli oyunu bozacaklarını haykırdı.
Taksim, Kurtarılmış Bölge
Haftalardır hem Türkiye hem de İstanbul kirli senaryoların sıcağında cayır cayır yanıyor. Dün gece Taksim'de gerçekleştirilen üst düzey operasyona rağmen, tedirginlik sokakları güvensiz kılıyor. Bırakın "Kurtarılmış Bölge"ilan edilen Taksim Meydanı'nın yanından geçmeyi, artık hafta sonları Beşiktaş sahiline gitmeye bile çekiniliyor. 1 Haziran Cumartesi günü Kabataş Şehir Hatları Vapur İskelesi'nde 6 aylık bebeği kucağında olduğu halde Gezi Parkı eylemcileri tarafından tekme tokat dövülen ve Başbakanın Meclis'te yaptığı konuşmada, "Çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler" diye dile getirdiği olayların travmatik boyutunu gösteriyor. Ya "Taksim'e camii veyaTopçu Kışlası"na sıcak baktığımız "çevreci protestocular"tarafından anlaşılırsa; hayat memat meselesi. Çünkü bu eylemler sebebiyle ortaya çıkan en son bilanço; 4 ölü, 48'ü ağır olmak üzere 5 bine yakın yaralıyı gösteriyordu.
Adalara doğru tam yol ileri
Kabataş İskelesi'ne yanaşan Şehir Hatları Vapuru'na bir an önce atlayıp uzaklaşmak,belki riskleri azaltmak için en iyi formül olarak gözüküyor. İstanbul'un keşmekeşini arkamıza alarak Adalar'a doğru açılıyoruz. Kadıköy'de binen yolcularla birlikte "standart yolcu sayısı" neredeyse ikiye katlanıyor. Kaptan "tam yol ileri"pozisyonunda Marmara'yı yara yara ilerliyor.
Buradaki gündem, Türkiye'nin gündeminden çok farklı. Gemi adeta Edirnekapı Mihrimah Sultan Hamamı gibi. Dalgaların çıkardığı seslerle insanların sesleri birbirine karışıyor. Kimi Alman, kimi Arap, kimi Afrikalı, kimi Çinli, kimi İngiliz, kimi bilmem ne; mavi yolculuğun keyfiyle özgürce muhabbetleşiyor. Birbirini uzun süredir görüşmeyen Adalılar, abartıya kaçan tavırlarla kucaklaşıyor. Seyyar satıcı bambu ağacından mütevellit yelpazesini ballandıra ballandıra pazarlarken, arkasından 3 harekette limonun içindeki suyu şırıl şırıl bardağa boşaltan diğer satıcının tekniği herkesin ağzının suyunu akıtıyor.
Marmara'nın gerdanlıkları
Bütün bu hengamenin arasında ufaktan bir hareketlilik göze çarpıyor. Marmara'ya gerdanlık gibi dizilen Prens Adaları'nın ilki ve İstanbul Limanı'na 6.5, Anadolu Yakası'na 3.5 mil uzaklıkta olan Kınalıada yolcuları 50 dakikalık bir yolculuktan sonra adaya ayak basmanın mutluluğunu yaşıyor. Buraya Kınalıada denmesi, ada toprağının kırmızı renkli olmasından kaynaklanıyormuş.
Tarih boyunca değişik isimlerle anılan Kınalıada, Burgazada, Kaşık Adası, Heybeliada, Büyükada, Sedef Adası, Sivriada, Tavşan Adası, Yassıada'dan oluşan adalar topluluğunun dünyaca bilinen en ünlü ismi Prens Adaları'dır. Bu isimle anılmasın sebebi ise, Roma ve Bizans devirlerinde asillerin, prenslerin ve kraliçelerin buralara sürgün edilerek işkence altında öldürülmelerinden dolayıymış. Adalara ilk vapur seferleri Galata Köprüsü'nden 1846 yılında başlamış. Bugün ise Kabataş, Kadıköy ve Bostancı'dan sürekli deniz yolu seferleri yapılıyor.
Yaz aylarında nüfus patlaması yaşanıyor
Adalar'ın tamamının 16 kilometre kare yüz ölçüme sahip olduğu, bunun yaklaşık 542 hektarının binalarla kaplı olduğu belirtiliyor. Verilerine göre 14.221 olan Adalar nüfusu, yaz aylarında artarak 72.000 civarına ulaşırken, günü birlik ziyaretçilerle birlikte 140.000'i bulduğu söyleniyor. İnsan sayısının yaz mevsiminde, kış mevsimine göre 10 kat arttığı hafta sonlarındaysabu sayının daha da katlandığı ifade ediliyor.Kınalıada yolcuları indikten sonra vapur Burgazadası'na doğru hareket ediyor. 15 dakika sonra vapur iskeleye yanaşıyor.
YARIN: İSTANBUL'UN NADİDE İNCİLERİ