Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2958.42
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Çalışmak! Çalışmak! Çalışmak!

Bu sene karınca kolonilerini hep izledim. Deniz sahilinden dağların tepelerine; bahçelerdeki meyve ağaçlarının güzel yüzlerinden bostanlardaki sebze çeşitlerinin taze bedenlerine; yollardaki gıda izlerinden tarlalardaki tahıl tanelerinin yollarına kadar her yerde onları müthiş bir heyecanla çalışır gördüm.

Karınca milleti içinde bir tanesini dahi miskin miskin oturan görmedim.

Hayatları pahasına neticeyi düşünmeden o çalışkan hallerine ve emek sarf etme çabalarına hayran kaldım.

Sahilde sıcak kum taneleri arasında serdiğimiz serginin üzerindekilerden paylarını alırken ve bedenimizi hafif hafif ısırarak tembelliğimize hatırlatmada bulunurken bir an önce ya denize girin, ya da evinize gidin der gibiydiler.

Dağların tepelerinde o soğuk iklimlerin en yüksek oksijeninin olduğu yerlerde bizleri medeniyetin kokuşmuş kent kültüründen uzaktaki güzelliklere davet etmedeki çalışkanlıkları takdire şayandı.

Bahçelerdeki bütün meyvelerden pay almak için canları pahasına dur durak demeden, dinlenmek nedir bilmeden her meyve sofrasında kendilerine yer bulmaya çalışmaları apayrı bir görme işiydi.

Bostanlardaki sebzelerden hisse almak için diplerindeki sularda boğulmak pahasına toprağın karanlığında kaybolmak bedeline karşı sarf ettikleri emeğin karşısında eğilmemek karınca milletine en büyük bir hürmetsizlik gördüm.

En tehlikeli yollardaki gıdalardan dahi paylarını almak için tereddütsüz fedakarlıkları ve çılgın cesaretleri karşısında eğilmeği karınca milletine en büyük takdir bildim.

Tarlalardaki tahıl ürünleri üzerindeki mesaileri ise apayrı bir görme eylemiydi benim için.

Bütün karınca milleti kolonilerine dane taşımak için bir yarış halindeydiler tarlalarda.

Mahşeri bir kalabalık vardı karınca milletinin dizildiği emek yolunda.

Hiç yerinde oturan yoktu. En küçüğünden en büyüğüne kadar her biri tarladan ne kadar çok dane evime götürürüm telaşındaydı.

Ne koca gövdeli insanların onları ezişine aldırış ediyorlardı, ne de koca koca demir yığınlarının onların yollarını ve yuvalarını tarumar eden canavarca gürültülerinden korkup güzergahlarını terk ediyorlardı.

Asil karınca milleti çalışmanın lezzetinden ve geleceklerini onurluca inşa etme heves ve heyecanından ötürü sadece hayatta kalanlara bakıyor bu uğurda ölenlere takılıp kalmadan yaşam yüklerini ve yıllık zad-u zahirelerini kolonilerine taşımaya devam ediyorlardı.

Bir gün, çok telaşlı bir o kadar da hızlı çalışan o çok kalabalık karınca kolonisinin kapısında durdum. İçeriye girerek o çalışkan milletin yerin üstündeki faaliyetinin yerin içinde ne halde olduğunu görmek diledim.

Yerin üstünde onca tehlikeyi göze alan hatta bir dane uğruna hayatını kaybeden karınca milletinin yerin altında muhteşem bir şehir inşa ettiklerini gördüm.

Yeryüzüne çıkan ve yükünü alıp şehrine dönen o karınca milletinin her birinin yükünü yer altındaki şehrin ambarına bıraktığını gördüm. Soluk almadan ve ne taşıdığını sorgulamadan hemen yeryüzüne çıktığını aynı tehlikelere maruz kalarak tekrar yer altındaki şehrine malzeme taşıdığını fark ettim.

Karınca milletinin hasad zamanındaki yegâne faaliyetinin bu olduğunu ve yer altındaki şehrin depolarını doldurmaktan başka gayelerinin olmadığını büyük bir hayretle seyrettim.

Evet karınca milletini kutsallaştıran ve insanlık alemine dahi rol model kılan en seçkin tarafının bu çalışkanlık olduğunu bir kez daha müşahede ettim.

Necip Fazıl, devler gibi eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmak lazım derken galiba düştüğümüz miskinlikten nasıl kurtulacağımızı ifade etmek istiyordu.

Mehmet Akif, zekât ile ilgili ayetlere Müslüman öyle çalışmalı ve üretmeli ki zekat alan değil veren konumunda olmalı şeklinde mana verince cemiyetin halini özetliyor hatta köle-efendi bağlamında çalışmayınca düşeceğimiz durumu feryatla şöyle anlatıyordu:

"Allah’a dayandım!" diye sen çıkma yataktan...

Mânâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!

Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu;

Nereden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?

Üç kıt’ada, yer yer, kanayan izleri şâhid:

Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid.

Âlemde "tevekkül" demek olsaydı "atâlet";

Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?

Çoktan kürenin meş’al-i tevhîdi sönerdi;

Kur’an duramaz, nezd-i ilâhîye dönerdi.”

“Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun

Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!

Bediüzzaman Said Nursi evet, daire-i esbabda iken tevekkül etmek, bir nevi tembellik ve atalettir derken karınca milletinin dahi bu kuralı nasıl uyguladığını bize hatırlatır, neredeyse 300 yıllık sefaletimizin sebebini ifade eder gibidir.

Efendimiz (a.s.v.) rızkın onda dokuzu ticarettedir derken ümmetinin geleceğini inşa eden en önemli fiilin çalışmak, bilhassa dilencilik manasına gelen memuriyetten kurtularak izzetli ve bol rızıklı yaşamın çalışarak üretmekte olduğunun söyler gibidir. İslam ülkelerinde bilhassa ülkemizde insanımızın çoğunluğunun onda dokuzuna değil de birine talip olmasının bilhassa bu birin de devletin kapısının olması ise büyük bir sefalet iklimine girdiğimizi gösterir.

Yüce Mevla’mız ise insana ancak çalıştığının karşılığı vardır derken iki cihan saadetimizin temel hareket noktasını mucizevi şekilde ortaya koyar.

Bütün bu hakikatler çalışmanın insan onurunu nasıl koruyacağını; insanca ve Müslümanca yaşamanın formülünün ne olduğunu ortaya koyar.

İnsanlığa söyleyecek sözümüz varsa bunu ancak çalışarak ve üreterek söyleyebiliriz.

Bugünkü çıkmazdan yarınki aydınlık ufuklara ancak çalışarak gidebiliriz.

Bu millet hatta ümmet ve dahi insanlık için en büyük iyiliğimiz, çalışmaktır, çalışmaktır, çalışmaktır, vesselam...