Cahiller Tarihte Kaldı
Modernlikle birlikte yükselen ilerleme düşüncesi, toplumlarda o kadar derin izler bıraktı ki, daha sonra neredeyse bir mitoloji haline geldi. Öyle ki, ilerleme bir düşünce ya da tez değil inanca dönüşmüş görünmektedir.
Biz sadece sosyal bilimlerde bunun mitik
bir inanca tekabül ettiğini belirtsek de, özellikle teknolojinin gelişimine
bakarak, insanlığın ilerlediği düşüncesi gerek popüler gerekse entelektüel
düzeylerde dillendirilmeye devam etmektedir. Aslında “tarihselci” bir arkaplanı
imleyen ilerleme inancı, son kertede tarihe özel bir bilinç ve görev yüklemekte
hem de “tarihin sonu” tezlerinden mülhem seküler eskatolojiler sunmaktadır.
Bütün teknolojik aygıtlar, hem
insanlığın kendisine müthiş özgüven sunmakta (bakın bunları yapıyoruz havası)
hem de bunu Tanrı’dan azade olabilmenin manivelası haline getirmektedir. Tarih
boyunca insanın güç elde ettikçe ve kendine güveni arttıkça niçin Tanrı’ya kafa
tutma tavrı içine girdiği ayrıca üzerinde durulması gereken bir soru(n)dur.
İlerleme inancı bu bağlamda çağdaş
insanın tarihle ilişkisini de yeniden inşa etmektedir. Çünkü şayet “bugün”
dünden her bakımdan “iyi” ise, bu durumda geçmişteki insanların donanımları
kadar üretimleri de “geri” bir konumda kalacaktır. Bu durumda “bugün”ün
insanının tavrı her halükarda meşruiyet kazanmaktadır. Birçok seküler
ideolojinin dünyanın sonunda garantilenmiş bir galibiyet görmeleri de bu
inançtan beslenmektedir ve aslına bakılırsa seküler bir eskatoloji öngörüsüdür.
Bugün insana daha iyi olduğu
duygusunu veren şeylerin başında teknoloji ve ışıltılı bir dünya gelmektedir.
Bu teknoloji ile insanın hayata birçok farklılık getirdiği doğrudur. Fakat
meseleye salt teknoloji ve ışıltılı dünya çerçevesinde yaklaşıldığında, insan
gerçeğinin atlanması gibi devasa bir sorun bizi beklemeye devam etmektedir.
Bilim, teknik ve teknoloji arasında
sıkı bir ilişki olduğunu söylemeye gerek yok aslında. Teknik bilimsel olarak
üretilen bilgilerin uygulanmasında kullanılan yöntemlerin tümünü ifade ederken,
teknoloji tekniğin bugünkü araç ve mentalite ile ete kemiğe bürünmüş biçimidir.
Bu bağlamda bugünkü teknolojinin ortaya çıkmasında post/modern mentalite ile
onu üretecek tüm araçların bir bileşen olduğu söylenebilir. Dolayısıyla
teknoloji bir anlamda ortaya çıkan ürünlerdir.
Geçmişe baktığımız zaman orada bilim
ve tekniği buluruz. (Elbette Modern zamanlarda bilim kavramına içerik
kazandıran farklılıklar ayrıca tartışılmalıdır.) Söz gelimi; fizik,
astronominin yanı sıra simya bir bilim ve tekniğe dayanmaktadır. Geçmişteki
insanlar da buradan yola çıkarak teknoloji üretmişlerdir.
Dünya tarihine baktığımız zaman
neredeyse tüm toplumlarda ortak olarak bulunan şeylerden birisi sihirbazlardır.
Sihirbazlar aslında hakim ideolojinin meşrulaştırılması açısından pozitif işlev
görürler. Bunu da bir bilgiye dayanarak yaptıklarını söylerler.
Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hz. Musa
ve sihirbazlar kıssasını her zaman ilginç bulmuşumdur. Bana her bakımdan çok
katmanlı açılım yaptırıyorlar. Sihirbazların ürettikleri şeyler, ortaya
konulunca kitlelerde büyülü, ışıltılı ve eğlenceli bir hayranlık oluşturuyor.
Onlar “hakikat”in bu şekilde görülmesini engelliyorlar. Ancak Hz. Musa’nın
asası (biz buna hakikat diyoruz) ortaya çıkınca, her şey değişiyor.
“Hakikat”in küllendirilmeye
çalışıldığı bir dünyada, insanlar ışıltılı, büyülü bir dünyanın ne anlama
geldiğini bir daha düşünmek zorundadır. Gerek İslam’ın içinden geliştirilen
“tevhid” söylemi, gerek Baudrillard’ın işlediği “simülasyon” ve “tanrıcılık
oyunu” hep bunlara dikkat çekmektedir.
Şayet ilerleme bir gerçekliği ifade
ediyorsa, hiç kuşkusuz geleceğin insanlarının gözünde bugünkülerin “cahiller”
olarak damgalanması mukadder görünmektedir. Fakat “hakikat”i arayanlar her
zaman tarihin içinde müstesna bir yerde tutulmuşlardır.