Dolar (USD)
34.49
Euro (EUR)
36.26
Gram Altın
2963.67
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
24 Temmuz 2024

​Cahil cesareti

Günümüzde fikir sahibi olmadan hüküm sahibi olan cahil cesurlar çok. Adam ekranda gevşek ağzını kocaman açıp “Ben taaaarikatlara karşıyım!” diyor. Behey cehalet küpü! Önce Türkçeyi öğren! “Taaaarikat” değil “tarikat”. Küstahça Bediüzzaman’a saldırmaya yelteniyor. Soruyorsunuz, “Said Nursî’nin 6 bin sayfalık Risale-i Nur’unu gördün mü? İrili ufaklı 130 eserinden birini okudun mu?” Hayır, okumamış, zırcahil! Ama son devrin en büyük İslam âlimlerinden birine ukalaca laf atmayı kendince marifet sayıyor.

İyi ki güzel Türkiye’mizde Prof. Dr. Ergün Yıldırım gibi kıymetli akademisyenlerimiz, haysiyetli aydınlarımız var. Hakk’ı tutuyor, hakikati pervasızca yazıyorlar. Zira onlar için, ilim namusu önemlidir. Ergün Hocanın bugünlerde Beyan Yayınları’dan çıkan Cumhuriyet Döneminde Tarikat ve Cemaatler Kapandı mı, Kapatıldı mı? isimli kitabını okudum. Eserde, halkının değerlerine bigâne kalan yarı aydın ve ‘Batıcı maceracılar’la ciddi bir hesaplaşmaya giriliyor.

“İlk Söz”de tarikatların ve cemaatlerin her alanda tartışıldığına dikkat çeken Yıldırım, “Tarikat, hâlâ Kemalist ve laikçi çevreler tarafından bir damgalama aracı olarak kullanılıyor.” tespitini yaptıktan sonra bu “reddiyeci, imhacı ve ötekileştirici tutum”un geldiği noktayı, şöyle ortaya koyuyor: “Tek parti rejimi döneminde geliştirilen bu damgalama ve ötekileştirme yöntemi, süreklilik özelliğini taşıyor. Böylece tarikatları anlama değil, onları dışlama ve yok etme ana motivasyon olarak işliyor. Bu damgalamada sadece tarikatlar değil, bütün dinî gruplar da belli bir pay alıyor. Hatta devletin dinî kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na bile ‘tarikatçı’ ithamları yapılıyor.”

“Başlangıç”taki ilk satırlar, eserin özünü yansıtıyor: “Tarikatlar ve cemaatler, Türkiye’nin en önemli toplumsal ve dinî dinamikleri arasında yer alan yapılardır. Tarikatlar, tasavvuf düşüncesinin tekkeler ve zaviyeler ile beraber kurumsallaşmış yapılarıdır.”

İslam toplumlarında Kadirîlik, Nakşîlik, Mevlevîlik, Kübrevîlik gibi birçok şekilde ortaya çıkan tarikatların Uzak Asya’dan, Balkanlara, Kafkaslardan Afrika’ya, Mezopotamya ve Anadolu’ya yayıldıklarına işaret eden müellifimiz, bu kurumların mühim sosyal ve kültürel fonksiyonlarını da şöyle belirtiyor: “Yaygın ve güçlü sosyal ağlar meydana getirirler: bu ağlar içinde ilim ve irfan birlikte var olur. Birçok âlim ve irfan ehli yetişir. Edebiyat, Musiki, lisan ilimleri ve güzel sanatlara ev sahipliği yaparlar. Tarikatlar sadece âlimler ve elitler yetiştirmekle kalmaz, halkı da eğitirler.”

Tasavvufun en yaygın anlamda “ahlak” demek olduğunu vurgulayan Yıldırım, tarih boyunca bu kurumların halkın eğitilmesinde çok önemli bir rol üstlendiğini zikrediyor. Bu ‘yollar’ın ıslahatçı, terbiyeci ve düzeltici rollerinin, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar devam ettiği görülür. Ve 1925 yılında Tekkelerin ve Zaviyelerin kapatılması ile yeni bir dönem başlar. Peki, gerçekten tarikatlar ve Cumhuriyet devrinde ortaya çıkan cemaatler büsbütün kapatıldı mı? Bugün herkes biliyor ki, bu dinî meşrepler ve yollar, farklı isim, vakıf ve dernek tabelaları arasında hayatiyetlerini muntazaman devam ettiriyorlar. Zira ‘kapattım’ demekle bir fikir ocağı sönmez, bir irfan yuvası dağılmaz, bir iman hareketi susturulmaz. Nitekim yazarımız da bu gerçeği şöyle ifade ediyor: “Cumhuriyet’in tek parti rejiminin ötekileştirme ve baskıcı faaliyetlerine rağmen tarikatlar da cemaatler de yollarına devam ederler. Bir açıdan kurumsal olarak kapatılan tarikat ve tekkeler farklı formlarla hayatını sürdürürler.”

Tarikatları geniş bir bakış açısıyla, derin bir vukufla anlatan yazar, cemaatleri de ihmal etmez. Bilhassa Bediüzzaman Said Nursî’nin kurucusu olduğu “Risale-i Nur Hareketi” ile Süleyman Hilmi Tunahan’ın öncü olduğu “Süleymancılık” üzerinde de etraflıca durur. Bütün bu bakışlarda, tam bir objektif yaklaşım söz konusudur.

“Osmanlı toplumunda tarikatların çok geniş bir sosyal ağa sahip oldukları görülmektedir.” diyen Yıldırım, amacından sapan, Devlet’e karşı çıkan bazı sapkın tarikatların ise bertaraf edildiğini söylüyor ki bu husus, bize hemen 15 Temmuz’u hatırlatıyor. Bugün makul ve müspet hareket eden bütün tasavvuf ehline ve cemaat mensuplarına demokrasiye uygun şekilde ve fikir özgürlüğü çerçevesinde yaklaşan Devletimiz, ‘cemaat görünümlü’ aslında Batı’nın bir istihbarat teşkilatı olan hain FETÖ hareketine karşı müsamahasız duruyor. Doğrusu da budur. Bediüzzaman ve Risale-i Nur Hareketi üzerinde ayrıntılı duran Yıldırım’ın şu tespiti hakikati ilandır: “Nurculuk, Said Nursî’nin yazdığı Risale-i Nurlar etrafında seferber olan bir cemaatin adıdır. Nursî kitaplarını âdeta bir otorite hâline getirir. Bu metinler, çağdaş dünyadaki gelişmeleri de dikkate alarak imanı temel alan ayetlerin tefsirleridir.” Kitapta etkileri az da olsa, diğer bazı tarikat ve cemaatler hakkında doğru bilgi ve hakkaniyetli görüşleri de okuyoruz.